Aydınlık Söyleşileri; Pof Dr Hayri Kozanoğlu ile Söyleşi

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu: Türkiye krizin eşiğinde

PDFYazdır
02rop
EKONOMİDEN sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan 2015-2017 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programı açıkladı. AKP’nin 2023 planları hayal olurken büyüme ve enflasyon rakamlarında sert geri adılmar atıldı. Peki hergün basından okuduğumuz rakalmar neyi ifade ediyor. Kemerburgaz Üniversitesi öğretim üyesi ve ÖDP Parti Meclisi Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile dünya ve Türkiye ekonomisini konuştuk. Türkiye için “baharın” bittiğini belirten Kozanoğlu, ekonominin kırılganlığına dikkat çekiyor. İşte Kozanoğlu’nun sorularımıza yanıtları:
- Hem dünya ekonomisini hem de buna bağlı olarak Türkiye ekonomisini genel hatlarıyla değerlendirebilir misiniz?
Öncelikle dünya kapitalist sistemi 2007’de başlayıp, 2008’de akut formuna geçen krizi henüz atlatabilmiş görünmüyor. Bütün dünyada büyüme hızları çok düşük seyrediyor. Özellikle Avro bölgesi eksi büyümelerden yeni kurtulmuş durumda. Amerika hızlı ve istikrarlı bir büyüme temposu yakalayamıyor. Japonya, dünya kapitalist sistemi krizine bir çözüm bulamamış görünüyor. Kriz süresince bütün dünyada işsizlik oranları arttı, gelir dağılımı daha bozuldu ve hatırlanırsa krizin başında öngörülen sistem içi düzenlemeler dahi, yani finans sektörünü dizginleyici düzenlemelere gidileceği, üst düzey yöneticilere yapılan fahiş ödemelere sınırlamalar getirileceği yolundaki vaatler de tutulmadı. Bu dönemde ayrışma “decoupling” denen, yani yükselen ülkelerin gelişmiş metropollere bağlı olmadan daha hızlı yükselebileceği yönünde bir kestirim vardı; bu da gerçekleşmedi. 
Son dönemde metropol ülkelerdeki talep düşüklüğüne bağlı olarak Çin dahil ülkelerin büyüme hızlarında görece olarak gerileme olduğu görülüyor. Dünya krizin başladığı günden bugüne kamu daha borçlu, başta Avro bölgesi olmak üzere hükümetlerin borçları daha fazla. Yani yeni bir krizin nüksetmesi halinde hükümetlerin ekonomiyi yeniden kalkışa geçirecek cephanelikleri kalmamış durumda, bütün dünyada gelir dağılımı daha fazla bozulmuş durumda. Hatta Thomas Piketty’nin 21. Yüzyılda Kapital kitabının  dünyadaki gelir ve servet dağılımının bozulduğuna dikkat çeken bir eserin “best seller” olması biraz da bununla ilgilidir. En son ILO rakamları hemen hemen bütün ülkelerde ekonomik pasta içerisinde emeğin payının giderek gerilediğini, işşsizlik oranlarının dünyada giderek arttığını gösteriyor. Bir tek dünyada en fahiş yani günlük geliri 1,25 doların altında insan sayısında azalma var, tek olumlu gösterge olarak bu öne çıkartılıyor ama bu ise neredeyse tamamen, Çin’deki yoksulluk oranının neredeyse sıfıra yaklaşmasıyla bağlantılı bir durumdur. Kısacası dünya kapitalist sistemi krizini yaşamaya devam ediyor.
EKONOMİK SOĞUK SAVAŞ
- Sistemin kendi iç dinamikleriyle yaklaşan krizi çözme kabiliyeti var mı? Barış içinde bu krizi atlatabilir mi yoksa böylesine büyük bir kriz daha önce yaşandığı gibi küresel ölçekte bir savaşa yol açabilir mi?
Gelişmiş ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelirin ve servetin yeniden paylaşımı, sosyal dayanışma kurumlarının tesisi, bütün dünyada emekçilerin haklarının gelirlerinin ve buna bağlı olarak ortalama insanın yaşam standartlarının yükselmesi gibi kapitalizmin içersinde yeni bir modele yönelme şansı vardır, bulunabilir. Ben her ne kadar radikal, yani mülkiyet ilişkilerinin ve güç ilişkilerinin dönüşümünden yana bir kişi de olsam, bu olanaklar da denemedi. Yani giderek sistemin, egemen sınıfların hiçbir taviz vermeksizin krizden sıyrılma şansı aranıyor, bunun bir çözüm olmadığı çok net olarak ortadadır.
Benim kolektif emperyalizm olarak nitelendirdiğim, Avrupa, Japonya ve Amerika arasında silahlı çatışmaya dönüşecek bir gerilim ortada değil. Ama özellikle Ukrayna üzerinden, Rusya’nın Suriye’de inisiyatifi ele geçirmesi, 2013 yılında Amerika’nın Suriye’ye askeri harekatını engellemesi ABD’yi çok rahatsız etti. AB üzerinden Rusya’yı sıkıştırmak, yeni bir soğuk savaşı ateşlemek, bu bir silahlı çatışmaya dönüşmese dahi büyük güçler arasında silah harcamalarını yeniden tetiklemek gibi bir amacı olabilir. Çünkü dünyanın en büyük silah üreticisinin ABD olduğunu, özellikle enerji ve silah lobisinin Amerikan Yüzyılı Projesi’ni geliştiren neocon’larla organik bağı olduğunu biliyoruz. 
Bu tahrikler yeni ittifaklar doğuruyor. Çin’le Rusya’nın yakınlaşması, Hindistan dahil Asya ülkeleri arasında hem ticari hem diplomatik bağların artışı, buna karşılık ABD’nin Asya’daki bütün çelişkileri kanırtması ve askeri gücünü büyük ölçüde Pasifik’e yığması dünyada yeni bir kutuplaşma eğilimlerinin güçlü olduğunu gösteriyor.
- ABD’nin Ortadoğu’dan çekilip askeri güçlerini Pasifik’e yığmasının arkasında ekonomik merkezin Atlantik’ten Pasifik’e doğru kaymasının rolü var mı?
Tabi önemli bir nedeni bu. Satınalma gücü paritesi temelinde Dünya Bankası’nın kendi istatistikleri Çin’in dünya ekonomisinin bir numaralı gücü olduğunu gösterdi. 2010 yılında Çin dünyanın bir numaralı ihracatcısı oldu. 2013 yılında ihracat + ihracat olarak dünyanın bir numaralı dış ticaret gücü haline geldi. Bir takım hesaplamalara göre de dünyanın bir numaralı sanayi gücü haline geldi.
Tarihsel veriler dünyanın bir numaralı sanayi gücü olanın aslında dünyanın bir numaralı hegomon gücü olma noktasında da eşik atladığını gösteriyor. Çin henüz buna çok istekli görünmüyor. Dünyada bu ölçüde kültürel ve ideolojik etkisi yok ama ABD bu gelişmeden dahi rahatsız; kendi rolünün çalındığını düşünüyor ve ekonomik mekanizmalarla konumunu pekiştirmeye gözü kesmediği için, askeri alana yığınak yapıp jeopolitik gerginlikleri ateşlemek yoluna gidiyor. Ortadoğu hala dünyanın bir numaralı enerji kaynağı olmaya devam ediyor, icraatı büyük oranda vekalet yoluyla Körfez İşbirliği Ülkeleri’ ne devredip, kendisine kurmay rolü biçerek gücünü Pasifik’e yönlendirme stratejisini seçti. Zamanla bölge mezhep savaşları batağına savruldu, Suudi Arabistan-Katar başta gelmek üzere işbirlikçi ülkeler arasında ciddi rekabet açığa çıktı, mezhep farklılıkları bazında bir cepheleşme İran’ın bölgede etkinliğini arttırdı; yaygın ifadeyle Şii Hilali’nin güçlenmesine neden oldu. İran’dan Basra ağırlıklı Irak’a Suriye’ye oradan da Lübnan Hizbullahı’na uzanan bu gücü dağıtmak ve böl-yönet mantığıyla bölgeyi Sünni - Şii ekseninde adacıklara dönüştürmek yolunda yeni bir aşamaya geçtiğini düşündürtüyor. Ulusal devlet formunun gerisine düşmek, Suriyeli, Lübnanlı, Iraklı ulusal kimliğinden kendini sadece etnik ve mezhepsel aidiyetlerle tanımladığı yeni bir aşamaya savrulmak çok ciddi bir insani maliyet getiriyor. 
GELİR DAĞILIMI EN BOZUK ÜLKEYİZ
- Yakın gelecekte Türkiye’de bir ekonomik istikrasızlık bekliyor musunuz? Bu krizin bugünden görünen belirtileri var mı?
Türkiye’nin yakın bir gelecekte yeniden güçlü bir büyüme temposuna girmesi mümkün görünmüyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi iç dinamikleri izin vermiyor, ikincisi ise dünya konjonktürü, özellikle 2002’den beri AKP’nin rüzgarı arkasına almasını sağlayan dünya konjonktörü artık AKP’nin arkasında değil. Tam tersine rüzgar karşıdan esiyor. Biliyorsunuz Türkiye yükselen ülkeler diye tabir edilen ülkeler içerisinde de en kırılgan kategoride yer alıyor. Kırılgan ülkeler olarak nitelendirilen Güney Afrika, Brezilya, Endonezya ve Hindistan’ın bulunduğu grupta bulunuyor ve bunlar içinde de cari açığı en yüksek olan ülke... Bir ülkenin cari açığını finanse etmek için her yıl cari açık kadar bir fon girişine ihtiyaç duyulur. Bir anlamda cari açık bir ülkenin yatırımlarıyla tasarrufları arasında farkı da yansıtır. Sizin yatırımlarınızı yapabilmeniz için gerekli tasarrufunuz yok anlamına geliyor ama Türkiye’nin mevcut yatırım temposu da hızlı büyümeye izin vermiyor. 
Türkiye’nin orta gelir tuzağında olduğu söyleniyorsa da Türkiye potansiyeli kadar gerekli yatırımı da yapamıyor. Orta gelir tuzağı demek, o ülkede yeterince verimli yatırım yapacak potansiyeli kalmamasıyla bağlantılı bir şey. Türkiye’de hâlâ verimli yatırım yapılacak alanlar var. Tarımda da sanayide de yenilenebilir enerjide de ciddi imkanlar bulunuyor ama, Türkiye’nin tasarrufları GSMH’nin yüzde12-13’ü aralığında hem kendi tarihsel ortalamalarının, hem de benzer ülkerin çok gerisinde. Bu hem çok ciddi cari açık verilmesini hem özel sektörün hem daha az da olsa kamunun dış yükümlüküklerinin artmasını getiriyor ve hızlı bir büyüme temposunu sağlamaya da izin vermiyor. Türkiye geçtiğimiz yıllarda, 2011-2012’ de dahi ciddi bir cari açık veririken bunun daha da üzerinde sermaye girişi oluyordu. Sıcak para akımı söz konusu oluyordu.  Bizler o zamanda bu tabloyu eleştiriyorduk, bir ülke için hayırlı bir alamet olmadığını, orta uzun vadeli istikrarlı bir büyümenin anahtarı sayılamayacağını söylüyorduk ama fiili olarak böyle bir para girişi vardı. Şimdi bu da yok, Türkiye şimdi cari açığını 45-50 milyar dolara çekme eğiliminde ama sermaye girişi 30 milyar doların altında. Bunu nasıl karşılayabilirsiniz? Normalde mevcut rezervlerinizle. Türkiye’nin mevcut rezervlerinde belli bir aşınma var ama net hata noksan kalemiyle ifade edilen kaynağı belirsiz para girişleri de son bir yılda 8,5 milyar dolar Türkiye’ye olanak sağladı. Bu devam etmesi kolay olmayan, tam tersine geldiği gibi gitme ihtimali bulunan bir para. Onun için Türkiye bu sorunları yaşamaya devam edecek. İkincisi buna rağmen, bu kadar dış açıklara rağmen Türkiye’nin büyüme temposunda ciddi bir yavaşlama var 2004’ün ikinci çeyreğinde görüldüğü gibi. 
Türkiye’nin şu anda akut bir krizin eşiğinde olduğunu söylemek kolay değilse de, Türkiye’nin uzunca bir süre kendine hedef koyduğu %4 büyüme hızına ulaşması pek zor görünüyor. Türkiye’nin nüfusu hâlâ genç, işgücüne yeni katılımlar yüksek, bu da haliyle işsizliğin artmasına neden oluyor. Türkiye’de işsizlik mevsim etkileri göz önüne alınırsa %10 sınırına dayanmış durumda, muhtemelen bir iki ay içinde resmi işsizlik %10’u geçmiş olacak. Türkiye 2015 seçimlerine giderken yüksek işsizlik, düşük büyüme, cari açık sorunlarını aşamamış olacak, aynı zamanda Türkiye’de gelir ve servet dağılımı bozulmaya devam ediyor. TÜİK’in açıkladığı istatistikler marjinal olarak bir iyileşmeden bahsediyor ama bunun gerçekleri yansıtmadığı ortada. Türkiye bu rakamlar doğru olsa bile, bütün OECD ülkeri içinde gelir dağılımı Meksika ve Şili’den sonra en adaletsiz üyesi. 
BÜYÜME DÜŞECEK
Bu haliyle toplumun geniş kesimlerinin gelirden ve servetten hak ettiği payı alamamaları toplumdaki tasarruf oranının da düşük kalmasına neden oluyor. Finasallaşma süreci içerisinde Türkiye geçtiğimiz yıla kadar aslında gelir ve servet dağılımı çok bozuk olması ve işsizliğin yüksek seyretmesine rağmen, finasallaşma yardımıyla, yani insanların tüketici kredileriyle, kredi kartları borçlarıyla, gelirlerinin üzerinde bir talep gücüne sahip olmaları marifetiyle, çok bozuk sosyal dengelere karşın makul denecek bir büyüme hızı yakalamıştı. Son rakamlar Türkiye’de büyüme hızının yavaşladığını, bunun da büyük oranda net ihracattan kaynaklandığını, yani ithalatın daha az artması veya azalması ihracatın da artmasından kaynaklandığını gösteriyor. Dünya konjonktürü bunun da devam edemez bir trend olduğuna işaret ediyor. Demek ki önümüzdeki dönemlerde Türkiye çok düşük belki de sıfıra yakın büyümeler platosuna doğru yaklaşıyor.
Kubilay Kızıldenizli

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

Sosyal Stiller