Kayıtlar

Şubat, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir paylasim...

Resim
Sizinle çok beğendiğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Bir Oscar ödülü' nün "Makro Ekonomik" açıdan düşündürdüklerini göreceksiniz. Başarıların tesadüf olamayacağını... Lütfen bu yazıyı iyi okuyup üzerinde düşünün, düşünün ki, ben de bloğuma koyma hedefime ve yazarı olan değerli arkadaşım hedefine ulaşsın. " O" yani Gülteinen Enkelini benim kanımdan aynı zamanda. Sadece ortak düşünceler dünyasında değil, genetik olarak da... " Aaaanddd the Oscar goes toooooooo...." Dogu, sanatta da atagini yapti. Bilimde de yapiyor, daha da yapacak... Global kriz, "buyuk depresyon" hatta bazi soylemlere gore daha da agir gibi ortaya cikmis olsa da tarihi bir surece sahit olmaktayiz biz su anda. Kanimca bu donem SSCBnin cokusunden cok daha derin bir imza atacak dunya tarihine, cunku bu donem DOGU ile BATI nin keskin hatlarla birbirinden ayrildigi ve Orta dogu ile Uzak dogunun guclendigi surecine girdigimizin bir isareti. Ekonomik krizle harmanlanan bu yeni do

Zaman

Resim
Zaman ile ilgili bildiğim en önemli şey; zamanın oldukca serseri hatta "fütursuz" olmasıdır. İnsan, dünyanın güneşle dansını zamanlaştırdı oysa bundan ne güneşin, ne dünyanın haberi vardı; ama ne gam !!! İnsanoğlu zamanı tanımlamaya sanırım 7-8 bin yıl önce başladı… Ay Takvimi Güneş Takvimi Rumi Takvim Miladi Takvim… İnanmadım, inanamadım kategorilerin hiç birine. Bunu için geçerli nedenlerim ve cevaplarım vardı: Örneğin, Zaman, “ne zaman” başladı? “Ne zaman” bitecek? Ben o evimin damında yatarken sivrisinekler beni yemesin diye yatagımın üstüne anam tarafindan egreti tutuşturulmuş şu cibinlik aslinda beni sivrilerden degil de "zaman"dan mı koruyor idi? Niye? Sivriler yer yemez beni, bir sonraki zamana engel olsun veya olmasın diye miydi o incecik tül? O incecik tülü hayatım boyunca örtünebilecek miydim? Bu benim "zamanımın korunma süreci" denemesi miydi? Zaman neleri gördü ve neleri görecek idi… Zaman başladığında Tanrı vardı ise, Tanrı “ne zaman” başladı

İstanbul'un Özgüvenli Kargaları

Resim
“Karga Komşularım” Ben gözlem yapmayı severim ve eğer bu gözlemim vahşi yaşam süren hayvanlarla ilgiliyse, daha da çok severim. Bilirsiniz bazı karga türleri 400 yıla değin yaşayabiliyorlar ve İstanbul’un kargaları böyledir. Hatta geçen yüzyılın sonunda hayatta kalanların Fatih Sultan Mehmet’i bile gördükleri söylenir. Aslında kargaların yaşam sürelerinde devletler doğar ve ölürler ama kargalar yaşar. Çocukluğumuzda kargalarla ilgili çok yanlış şeyler de öğretildi; ne yazık! Mesela Tilki için zeki, Karga için aptal yakıştırması gibi ve bir de seslerinin “çok” kötü olduğuyla ilgili… Ben kargaların seslerinde hep bir çekicilik bulmuşumdur. Evet, eğer karga bir insan olsaydı şarkıcı olamazdı kesinlikle ve ben de şarkıcı olamam zaten... Allah korusun beni bir şarkı söylerken bir duysanız şarkı dinlemeyi aklınıza bile getirmezsiniz bir daha. Karga sesinde bir içtenlik vardır ve tınısı içeridendir, derinlerden gelir; çığlık attığında karga kardeş gölgeler o güzel tınısını... Aslında biraz ça

Şarap ve Nuh Peygamber

Resim
Anadolu sanıldığının aksine şarabın ve üzümün anavatanıdır. Üzüm bizdendir, şarap bizdendir. Kapı komşumuz falan değil yanlış anlaşılmasın, onlar biz daha bu topraklara adım atmadan önce de varlardı, bizden sonra da olacaklar.Bunu ben söylemiyorum, Anadolu' nun yazılı tarihi söylüyor. Hatta bunun eski Ahit'e, Tevrat'a bile girdiğini biliyoruz. Efsaneye göre, Nuh Peygamber hayvanlarıyla Ağrı Dağı' na gelir, hepsi birlikte karaya çıkarlar ve günlerce denizde aç bitap dolaşan hayvanlar, Ağrı Dağı'na dağılırlar bir şeyler bulup yeme umuduyla. Ağrı Dağı da Ağrı Dağı' dır ha! Verir onlara ne isterlerse, bereketli yamaçlarında güzel yemişleri vardır. Tüm hayvanlar hava kararmadan dönerler doymuşlardır ama keçide bir tuhaflık vardır. Aşırı neşeli ve sağa sola "meeeee, meeeeee !!!" diye tos vurmakta ve nara atmaktadır. Nuh Peygamber önce anlayamaz, ertesi gün keçiyi takip eder ve onu yere düşmüş ve "fermente" olmuş üzüm tanelerini yerken görür...

Benim "Baharım" Geldi Bile...

Resim
Dün İstanbul'da bahardan çalınma bir gün vardı... Ben çalınmış zamanları severim..Tamamen sizindirler... Piyango gibidirler, elinize gelirler. Ben de yanda gördüğünüz gibi motorumu da yanıma aldım evden çıkardan... Özlemişim... Çift tekerlek üzerinde hayat çok güzeldir.... Dengedir bu dinamik kuvvetlerin sağladığı. Çünkü durduğunuz anda motor duramaz tek başına; düşer. Onun ayağı siz olursunuz, başı siz, herşeyi siz. Ama hareket halinde "O" herşeydir, alır götürür uzaklara sizi, başınızı döndürür... Önce Caddebostan sahilde küçük bir tur attım.Daha sonra kendimi tutamadım, Tuzla'ya kadar sürdüm motorumu.Hani denizden gelen rüzgar da hiç üşütmedi değil ama hayatı hissettiren bir üşütmeydi bu. Yani yazın müjdesini kış ortasında verir gibi...Oturdum bir kahve içtim..Mis gibi " Türk Kahvesi "çektim kokusunu içeme "Oooooh" dedim, "Ooooooh!".... Bazen kahvenin tadını mı yoksa kokusunu mu sevdiğimi karıştırırım. Ooooh" dedim kahve, güneş m

"Vicdan üzerine"

“ VİCDAN” Şu yukarıya gördüğünüz altı harfin dizilimi hepimizin zihninde hep aynı güzel imgeyi canlandırıyor eminim. Yufka bir yüreğiniz olduğunu hissediyorsunuzdur, mutluluk değildir hissettiğiniz ama hayata ve insanlara sorumluluğunuzu hatırlatıyor olmalı. “Vicdan” ve “Vicdansızlık” kavramının iç içe geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Her kavramın erozyona uğradığı ve insanlığın en aşağılık sürecinin hüküm sürdüğü bu dönemde Vicdan “kavramının” bu erozyondan kurtulması mümkün müdür? Vicdan bireysel olarak bakıldığında insan davranışlarını ayırt eden bir turnusol kağıdı işlevi görür. Davranışlarınız tutarlılığını ve kendi vicdanınızın hüküm sürdüğü -”geçerli” olduğu- alanın sınırlarını işte bu turnusol kağıdı size gösterir. Vicdanınızın tutarlığı davranışlarınıza yansır. Vicdanın nimetlerini hak eden ve hak etmeyenler var mıdır? Kendi çocuğunuz haksızlığa uğradığında hissettiğiniz “vicdan” sızısının aynısını, aynı haksızlığa başkası uğradığında duyumsuyor musunuz? Vicdanınızın bir limiti