Kayıtlar

Ocak, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Vefa Üzerine"

Amımsadıkça hala gözlerim dolar. Henüz ilkokula dahi gitmiyordum. Köpeğimiz Kont belediye tarafından zehirli kıymayla zehirlenmişti. Kucağıma aldım ama sığmaz ! Kalbi bugün bile hala kucağımda atar; takatsiz ve yalvaran gözlerle bakmaktadır ama yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Ben ağlarım, ağlar annem ve eve döndüğünde babam... Ben işte kucağımda çaresizce çırpınan o köpeğin de ait olduğu canlıların soyundan geliyorum. Vefayı ben onlardan öğrendim. Köpeklerin vefayı ne kadar derinden hissettikleri bilinir. Hatta ölümü göze aldıkları da. Tük Dil Kurumu sözlüğünde vefa "Sevgiyi sürdürme, sevgi bağlılığı" olarak tanımlanıyor. Vefa sadece insanlar arasında yoktur. Vefa kendine, içlerinde sevgiyi yaratan tüm canlılar arasında yer bulur. Sevgiyi sürdürme ve sevgi bağlığı için ölümü göze almak ancak şövalyelere yakışır ama işte kapınızın önündeki köpekler birçok şövalyeden daha güçlü hisseder vefayı. Ölür sizin için. Vefanın ait olduğu sevgi salt sevgidir. Özelleşmemiştir. Geneldi

Mülkiyet Üzerine

Mülkiyetçilik Gılgamış Destanı’nda okumuştum. Bu destandaki adı Utnapiştim olan Nuh Peygamber her canlıdan gemisine birer çift alarak türlerin devamlılığını sağlamak ister. Tufan gelmektedir acelesi vardır ama sıra “insan çiftine"geldiğinde onlara şu emri verir: “Mülkiyeti Terk Et !” Zaten mülkiyet suyun altında kalacaktır, zaten yanlarına hiçbir şey alamayacaklardır ama Nuh mülkiyet "hırsını", "kavramını" yeni dünyaya taşımak istemez. Bunu yeni dünya için en önemli tehdit olarak görür. Nuh Peygamber,o çiftten aldığı yanıttan emin olup hata yapmış olmalı .İnsanlığın o hala "mülkiyet bağımlılarının temsilcilerini" gemisine almış ve işte biz de onların devamı olarak yeryüzündeyiz. Hem de mülkiyetçiliğimizle birlikte. Mülkiyet hırsının peygamberleri bile kandırdığını öğrenmiş oluyoruz böylece. İçinde yaşadığımız sistem, mülkiyetin varlığı nedeniyle devam edebilmektedir. Muhtemelen Nuh’un yaşadığı dönemde de sistem mülkiyet üzerine kuruluydu ve sahip ol

Yazı Üzerine Bir Deneme

Resim
“Yazı” Evet evet bu "yazının" başlığı sadece "yazı".. Bana göre yazı ile biz fanilerin tek taraflı bir ilişkisi var. Biz varetttik onu ama o yönetir bizi.Yani gidici olanla kalıcı olan arasındaki adil olmayan bir ilişki. Ben bu ilişkinin ne kadar çok boyutlu olduğunu size anlatacak değilim. Çünkü zaten o kadar "derin" değilim ve zaten bilsem de söyleyemem. Ama belki ilginizi çeker diye bendeki iz düşümünü size aktarayım. Benim yazıyla tanışıklığım hepimizin de olduğu gibi "öğrenmekle" başladı. Benim dönemimde okula başlama yaşı 7 olmasına rağmen anneme "posta" koydum, boyum posumda uygun bulunduğundan Necatibey İlkokulunun sevgili müdürü beni 6 yaşında kabul etti. Kabul etti etmesine ama "algılama, kavrama, öğrenme " zinciri sadece "algılama" düzeyinde kaldığı için o muhteşem "kırmızı kurdelenin" sınıfın en sonunda takılan embesillerinden biri oldum. Ama hala o kutsal kurdele takma töreni sonrasında bile ta

Bir İmaj Operasyonu'nun Yakışıklı Çocuğu

“Barack Obama” Bir İmaj Operasyonu Ne kadar mutluyuz, ne kadar mutluyum anlatamam, Barack Obama’mız, bizim Barack’ımız artık “büyük devletimiz”, dünya barışının ve demokrasisin kalesi, yaratıcısı ABD’ nin bugün yeni başkanı oluyor. Belki bu satırların yazıldığı sıralarda yemin törenini bitirmiştir bile ! Artık sadece siyahilerin veya düpedüz karaderili ezilen kardeşlerimizin değil, ezilen halkların oval ofisteki temsilcisi ve hatta yaptırım gücünü elinde tutacak olan kudretli başkanı olacak Barack. Bakın babaannesi onu Kenya’dan bile uyarmıyor mu Heey korkun ABD derin devletinin savaş ve işgal çığırtkanları, petrol, enerji, ilaç, bilişim temsilcilerinin kongre üyeleri… Pentagon, Pentagon beni duyuyor musun beni ! Çağır askerlerini ana vatanlarına. Balkanlardan, Irak’tan, Afganistan’dan ve adını bile bilemediğimiz üslerini kapat artık; bak söylemedi deme Barack Ağbimiz döver seni, kapatır seni ha ! İnanın yazılı ve görsel medyayı izlediğimde şu yukarıda aktarmaya çalıştığım duyguları hi

Ölümünün 93. Yıldönümünde TEVFİK FİKRET

Resim
“BEN İNKILAP RUHUNU FİKRET’TEN ALDIM” MUSTAFA KEMAL Ülkemizde cumhuriyeti görmemiş olupta, onun kurulması için ülke aydınlarını Namık Kemal ve Tevfik Fikret kadar etkileyen başka aydın bulamazsınız. Namık Kemal 1800’ lü yılların sonuna doğru yazdığı şiirlerle “padişah mülkünü” vatan toprağına dönüştürmüş, yani millete ait kutsal topraklar haline getirmiş ve yüzyıldan uzun süredir bu nedenle “Vatan Şairi” olarak anılmayı haketmiş ve buna karşılık hayatını Malta’da zindanda geçirmiştir.Namık Kemal’in suçu sabitti;Padişaha ait olan topraklar nasıl milletin malı olabilirdi? Tevfik Fikret ise padişah mülkü olan topraklar üzerinde, “kul” olarak yaşayan halkın özgürleşerek “millet” haline dönüşmesi için şiirler yazmıştır.Çünkü hem Osmanlı yurdu padişahın malıydı, hem de üzerinde yaşayan halk! Bir köyün üzerindeki insanlarıyla satılması nasıl feodal beyin inisiyatifiyse, ülke de aynı kaderi padişahın vicdanında yaşıyordu. İlhan Selçuk “Bir mülkün vatanlaşması, bir ümmetin milletleşmesi gerçekl

TÜRK TÜTÜNÜ

Türk Tütünü'nden Dersler Siz hiç kıraç arazide yürüyen bir katır gördünüz mü? İşte bir katır uzun yeleli gösterişli atlar arasında nasıl görünüyorsa, evet evet işte Türk Tütünü böyle görünür tütün familyası içinde. Akrabası olan diğer tütünler iri yapraklı, parlak ve uzundurlar ama o değildir... Güçlüdür ama gösterişsiz,küçücük yapraklıdır ama aromaca zengindir.Onun zenginliği içinde gizlidir. "Görünüş ilk sözü söyler, içerik son sözü"nün kanıtıdır adeta. Türk Tütünü'nü eğemezsiniz,kırılılır ! Evet aynı kendini yetiştiren bu ulusun genlerini almış gibidir. Üniversitede değerli Ayhan Hocamız bize bu tütünü anlatırken dedim ki hayretle "Ne kadar da bize benziyor bu tütün !" Eğer onu derin,tınlı ve verimli topraklara dikerseniz sizin yüzünüze gülmez; aromasını bozar. Eğer onu bir buğday gibi sularsanız ona çook büyük kötülük yapmış olursunuz. İnsanlığın yerleşik yaşama kök saldığı günden beri tarım alanında kazandığı birikimlerini eğer Türk Tütünü üzerinde uygu

TEKNOLOJİ İYİ AMA KİM İÇİN

“Teknoloji İyi Ama Niçin” Çok sevdiğim bir arkadaşım bana geçenlerde iletişim ve bilişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeleri anlatan "BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ" adlı bir sunum gönderdi. Bu satırların yazarı ilk kez bilgisayar klavyesine parmaklarını, onu bozacağı korkusuyla dokundurduğunda 32 yaşında olduğu için, önce bu dosyayı açamadı. Çünkü gerekli proğramı silmişti geçenlerde “amaaan bee nasıl olsa kullanmıyorum, yer kaplamasın bilgisayarda” diyerek ve açmayı başardığında daha iyi anlamak için ingilizce hazırlanan bu sunumu tek tek not aldı ve hayrete düştü… Bakın size aktarayım; • Amerika’da evlenen çiftlerin sekizde biri sadece bir yıl önce internette tanışmışlar, • Hindistan nüfusunun %25’inin yüksek IQ’ lu olduğunu ve bu rakamın toplam ABD nüfusundan fazla olduğunu, • Pek yakında Çin’in İngilizce konuşulan ülkeler arasında 1 numara olacağını, • 2010 yılında tercih edilecek ilk 10 işin 2004’te bile varolmadığını, • Şu anda okullarda eğitilen çocukların henüz va

HAVADA BAHAR KOKUSU VAR

Havada bahar kokusu var... Güler gibi bir hamle yaptığınızı görüyor gibiyim ama tekrar ediyorum "havada bahar kokusu var..." Ve bu kokuyu alıyorum ben. Usareler kökten henüz baş bile vermemiş çiceği oluşturacak tomurcuk yapılarına doğru harekete geçme hazırlıklarına başladı bile... Bitkiler bu özü taşıyacak odun borularını inci gibi gövdelerinin etrafına dizmeye başladılar; seslerini duymuyor musunuz? Tık tık,tık tık, tık tık....Yaklaştırın kulaklarınızı o görkemli ağacın gövdesine, dinleyin onları, aynı bizim kalp atışlarımız gibidir sesleri... Çoğumuz bu boruları görmüşsünüzdür. Hani ağacı yaşını saymak için kullanılan bazı halkalar var ya, işte onların dışta olanlarıdır bu borular.Hem ağaçların yaşını anlatır bize hem de ağacın özünü... Ama tek yıllık bitkiler, hala tohumların içinde gizlidir, hala birer şifre kutusu...Hazırlanıyor bu şifreler,çözülmek için sahipleri tarafından... Evet evet havada bahar kokusu var... Şu iğne deliği küçüklüğündeki ama içi bariyerlerle korun

"BANA BİR ŞEY OLMAZ MI DEDİNİZ"

“Bana Bir Şey Olmaz mı Dediniz…” Hepimiz bu sevimsiz cümleyi defalarca duymuşsunuzdur. Hatta bazı varoş çapkınlarından en “entellektüellerinden onlarına; yaşını başını almış yakınlarınızdan daha ergenliğe adım atmamış olanlarınıza; çok sevdiğiniz eşinizden en yakın arkadaşlarınıza değin…Tüm bu değişik kültürlerden, farklı yaş gruplarından hatta birbiriyle asla bir araya gelemeyecek olan farklı sosyal sınıflardan gelen bireylerin “inandığı” ortak payda ne diye sorsanız ben size derim ki “Bana bir şey olmaz” önermesidir. Önerme dediğime bakmayın siz, gerçek yaşamda bu bütün alışkanlıklarımızı perdeleyen ve onları devam ettirme tutkumuzun sığınma evidir, perdesidir, tek “güçlü” dayanağıdır. Biz bu önermenin atasözü olanını da biliyoruz. “Atın ölümü arpadan olsun” dan, “Hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun” a … Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Eğer reankarnosyana inanmıyorsanız şu anda ve sonsuza dek değil, sadece 70-80 yıllığına sahip olabildiğiniz ve üzerinde her istediğinizi yapabil

"KAYIP HAYATLAR"

Emine Vuran Canal Benim annem ikisi 2 üvey olmak üzere beş kız kardeş ve iki erkek kardeşin dördüncüsüdür. Bu kardeşlerden ilk Derviş dayımızı kaybettik yıllar önce. Uzun boylu sarışın ve hatırlayabildiğim kadarıyla yeşil gözleri vardı. Dayımın yaşının babamdan bile büyük olmasından dolayı biraz çekinir olmakla beraber derin bir saygıyla severdim dayımı. Eşi Fatma yengemizi kaybettikten sonra annemle daha sık görüşür olmuştu. İskenderu'ndan Adana'ya evimize gelir bir kaç gün kalır, annemle beraber güzel sabah kahvelerini sigarasını tüttürerek içer ve benim dünyada olmadığım zamanlardaki çocukluklarını konuşurlardı. O yıllarda dayımı daha çok sever olmuştum. Annelerini çok genç yaşta kaybetiklerinden -ki annem hayal meyal hatırlar- ve onun hafızasında kalan ince uzun ve mavi gözleriyle oldukça alımlı bir kadın vardır. Ve o alımlı görünüm benim iki güzel dayıma geçmiş renkli gözler ve sarı bir tenle.Annemler ise Mehmet dedemin esmerliğini ve kahverengi gözlerini almışlar. İşte is

"DESULFORUDİS AUDAXVİATOR"

Desulforudis audaxviator “Kim bilir kaç milyon ton ağırlığında ummanda çalkalanmakta su. En yalnız dalganın üzerinde boş bir konserve kutusu...” Uzun yıllar önce okumuştum, muhtemelen Kemal Tahir’in Nazım Hikmet’ le ilgili anı kitabında yukarıdaki dörtlüğün hikayesini. Bursa Cezaevi’nde koğuşta gecedir, Nazım Hikmet yorganı kafasına çekmiş ve içinde kaybolmuştur, birden yatağında hızla doğrulur, kurşun kalemiyle ranzasının bitişiğndeki duvara yukarıdaki dörtlüğünü yazar ve hiçbir şey söylemeden yeniden yorganının içinde kaybolur. Bu anıyı ilk okuduğumda içim sızladı, ne düşüneceğimi bilemedim,hani “tarifsiz kederlere düşmek” var ya belki birazcık da olsa açıklayabilir bendeki ilk etkisini. Daha akşamın ilk saatlerinde yorganının altında kendini dünyadan soyutlamış bir şair, sanki zor bir doğumun öncesinde gibi kıvranarak yazar bu dörtlüğü… “Bu nasıl bir yalnızlık duygusudur ?” dedim. Bu ne korkunç bir yalnızlıktır… Milyon ton ağırlığındaki ummandaki en yalnız dalgayı haya