Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Go To Death"

Resim
Micheal Jackson müzik dünyasına getirdiği yeniliklerle birlikte, unutulmaz sahne performansıyla uzun yıllar belleklerde kalacak. İleriye doğru adım atar gibi yapıp, aslında geriye doğru yürürken oluşturduğu figürlerin görsel zenginliği hala belleklerinizde olmalı. Jackson bu dansını, sadece geriye doğru bir yürüyüş dansı değil, yaşamın dışına doğru gidişini simgelemek için mi yarattı? Aslında ileriye doğru attığını düşündüğü her adım, hayatın dışına attığı adımların ilk sembolleri olmuş. Micheal Jackson, sistemin star yaratma eylemi üzerinden para kazanma amacıyla yok ettiği hikayenin sadece bir figüranı. Çocukluğunda sesinin bozulmaması için, İtalyan tenorlara da uygulanan medikal kastrasyonla, erkek cinsiyet özellikleri açısından uzun süre "sıfırlananarak" sisteme vahşice "meta" olarak üretilen bir "canlıdır". Jackson en sonunda yaşatılmak için değil, elli konserlik bir maratona direnebilmek için "yürüyen" bir eczane haline getirilmiş. Sonucu

Sosyal Stiller

Resesif Dominant Nötr Hepsi insan davranışlarını anlatır. İlk ikisi ise genlerin... Bir görüşe göre, resesiflikten veya sünepelikten dominantlığa geçiş ancak "ruh sağlığınızın düzelmesiyle mümkün." Burada "ruh sağlığınızın bozulduğu" teşhisinin sizde yaratacağı etkisinden ve hadi daha açık söyleyelim, küçümsenmenizden bahsetmiyorum bile. Oysa, "dominant olmamaya çalışmak ve ancak "zorunlu" zamanlar için bu özelliğinizi saklamak, karşınızdaki insana saygı ve ona yaşam alanı yaratma nezaketiyle ilgili... Resesif Dominant Nötr... Ne iyi ki, genlerdeki özellikleri yansıtmıyor kişiliğimiz. Düşünsenize bir ömür boyu çekinik veya baskın olacaksınız... Yaşam çok çekilmez olurdu değil mi? Unutmayın doğru bir ikna süreci yürütmeden kazanılan her tartışma , gerçekte kaybettiğiniz bir insandır.

İKİ PAYLAŞIM

Resim
Sabah olduğunu sabah ezanından farkettim ilk önce. Sonra kuşların sesleri devreye girdi. Size gece yarısına doğru okumaya başladığım ve ancak biraz önce, sabah 5 civarında bitirdiğim namuslu bir gazetecinin yarım yüzyıllık meslek yaşamından imbiklediklerini zevkle okuyacağınız kitabından bahsetmek istedim. Gece okumaya başladım ve sabahı biraz geçkin bir saatte bitirdim. Değerli gazeteci Mete Akyol'un Bilgi Yayınevi'nden yayınlanan "Bir Başkadır Benim Mesleğim" kitabını okuyun lütfen. Hem kısa bir Türkiye tarihini okuyacaksınız, hem de usta bir kalem erbabının, okuyucuyu içine alan ustalıkta yazılmış bir kitabın tadına varacaksınız. "Ağlama palyaço Makyajın Bozulur" İş Bankası yayınlarının yayınladığı "Nehir Söyleşi" dizisinin enfes bir örneği daha diyebilirim Halit Kıvanç çocukluğunu bildiği Müjdat Gezen'le söyleşmiş. İçinden çıktığı halkına yabancılaşmamış bir güldürü ustasının öz yaşam öyküsü. Bu kitap bize başarının tesadüf olamayacağını bi

Karga Şahap Dostum Geldi.(10)

Resim
"Geldim geldim!" Hoş geldin Şahap! Geldiğini biliyordum, okudum maceralarını ama bana gelmekte geciktin" Valla çocuk çoluk işte, bir de benim hatun Leyla'yı özlemişim biraz ailecek zaman geçirdik" Nasıldı "Küresel Isınma Konferansı", aradığını buldun mu?" Bir de dünyanın en sıcak ülkelerinin birinde... Vallahi haklısın Kubilay, o ne sıcak öyle! Biliyorsun ben İstanbulluyum; perişan oldum. Bir de tüyümü kaybettim, hem de kuyruk tüyümü... Senin kuzenin Gülteinen'in bahçesine düşmüş yahu! Nasıldı benim kuzenim? Derin sohbetlere dalmışsınız. Seni ikna etmiş bir sürü şeye. Yahu Şahap orada pek çekingen görünüyordun "ehhmm, kem küm" falan. Senin efeliğin bana mıydı? Almış senin boyunun ölçüsünü benim kuzenim. http://sillybebek.blogspot.com/ . Abi vallahi öyle! "Hükümet gibi Kadın" be yahu! Sen eğer onun annesi halamı tanısaydın, niye "Hükümet Gibi Kadın" olduğunu anlardın. Adanalı oğlum o, hem de hasından" Böyle

Kim biliri kim bildi:-)

İlk önce görüşüne çoook değer verdiğim ve canım kadar sevdiğim arkadaşım yorum yazdı "im bilir" yazıma: "Beğenmedim Kubi" dedi... Ardından abim, görüşüne değer verdiğim bir başka arkadaşım, sonra Nilly Ablam... "Bu yazı olmamış" dediler, "yakışmamış" dediler, "Depresyonda mısın?" dediler... Vallahi de değilim. Billahi de değilim... Beni ben olarak bilen ve uzun süre benimle zaman geçirenler bilirler; kolay kolay moralim bozulmaz ama son zamanlarda böyle bir izlenim veriyorsam buna dikkat etmek lazım. "Düğüne giden oynar, mezara giden ağlar" tadını vermek istedim ama anlaşılan o ki kendimi anlatamadığım gibi tadını da kaçırmışım.. Çıkardım ben de "Kim Bilir?" yazımı. Attım taslakların içine. Silmedim ama... zaman zaman "sınır aşma" anlarında bana hatalarımı anımsatsın diye. Böylelikle "kim bilir"in "kötü" mesajlarını dostlarım bildi. Ben bilemedim: Hepinize sevgiler. Kubilay

Yaşam, Kargalar, Geri Sayım...

Garip bir durum. Yaşam oyun oynuyor olmalı! İki gündür İstanbul'dayım yeniden, biliyorsunuz köprü bakımı nedeniyle tüm İstanbulluların sabrı sınanıyor yine. Bilenler bilir; ben kargaları severken La Fontane'i hiç sevmem. Karga zekasını göremediğinden ve aşağılamasından olmalı. İki gündür kargalar bana gösteri yapıyorlar. Ya arabama çarpacak kadar alçalıyorlar ya balkonumda uzun zaman geçiriyorlar veya patlak bir hortumun fışkıran suyunu içip banyo yapıyorlar karşımda. Bunlar şaşılacak şeyler değil ama on yıldır Anadolu ve Avrupa arasında gider gelirim, Boğaziçi Köprüsü'nün çelik taşıyıcıları üzerinde benim gelmemi bekleyip daha sonra benimle birlikte boğazı geçenini hiç görmemiştim. Adam arabama paralel uçarak, kıta değiştirdi, daha ne diyeyim? Yaşam oynuyor biliyorum ve bir şeyler anımsatmaya çalışıyor. Aklını mı kullan diyor veya ihmal ettiğin dostlarınla, özellikle Şahap'la bir balkon muhabbeti mi yap diyor anlamadım... Fakat bugünlerde Karga dostum Şahap'la bile

Mahallem

Adana'daydım. Atladım abimin bisikletine doğduğum mahalleme doğru yollandım. Benim zamanımda doğduğum ev 834 sokak ile 826 sokağın keşiştiği köşedeydi. Ve tabii bir de 827. sokak var ki, o sokakta ise eskimeyen arkadaşım Uğur oturur. Atladım gittim mahalleme! Ve henüz döndüm İstanbul'a ve soğumadan hiç bir şey, yazmak istedim. Önce Kıbrıs Caddesi'nin sonuna kadar uzandım. Bir "aşlamacı " (Meyan Kökü Şerbetçisi) aradım ama bulamadım. Meyan Kökü şerbetini pek severim. Daha sonra 826 sokağa Güney-Kuzey doğrultusundan girdim ve ilk Kara Fatma Teyzemi gördüm. Hepsi sokakta sandalyelerin veya kaldırımın üzerinde otururlar.Akşam üzeri çayları hala ocağın üzerindedir ve dolaplarında her daim soğuk suları vardır. Sokaktan gün içinde pek yabancı da geçmediğinden dikkatle bakarlar gelip geçenlere. Tanımadı beni; kendisine doğru yaklaşırken ilgiyle izledi ama çıkaramadı. Ve zaten "tanıyormuşta çıkaramamış" gibi bile yapmadı! "Zekeriya Ustanın oğlu Kubilay'

Ana Evinde Uyanmak

Resim
İlk önce kuşlar uyanır. Ama önce Yusufçuk Kuşu'nun sesini duyarsınız anamın evinde. Şöyledir melodisi ; "guguuuk-guk , guguuuk-guk "Yusuuuf-çuk, Yusuuuf-çuk. Bilmeyenlere söyleyeyim; kumrudur bu... Tabii başlar hep bir ağızdan kırlangıçlar, serçeler, tepeliler koro halinde sabahın ilk ışıklarıyla beraber şarkılarına. Ama Karga sesi yoktur istanbul'dan farklı olarak ve ben özlerim o sesi Adana'da, ana evinde. Hiç gözlerimi açmam, zaman zaman dalarım uykuya, uyanırım zaman zaman ve bu gün ışımasından sabah sekize kadar sürer. Çünkü bizim ailemizin özgün adıyla bildiği Hatçe'nin Salatası'na konan taze nane kokusunun evimize yayılma saatidir bu. Yusufçuk ve diğer kuşların seslerine başka ses de karışır ana evinde. Önce sessizce okunan bir Kuran'dır. Annemin anaç ses tonunun içindeki muhteşem bir tınıdır bu! Ben uyuyormuş gibi yaparım ama gözlerim kıpır kıpır, dinlerim bu sesi. Ardından evimize bir kahve kokusu yayılır; anlarım dua seansı bitmiş ve yaşam ba

"Yük ve Yüklük"

Resim
Yük ve yüklük... Birbirini tamamlayan iki sözcük olarak görünse de aslında birbirinin zıddıdırlar. Adı üzerinde "yük" işte... Ve bu sözcüğün hiç bir çekici yanı yok; hiç bir olumlu işlevi de... Eğer bir "yük" iseniz, "yük" olduğunuz sürece olumlu bir işleviniz zaten olamaz. Sıkıntı verirsiniz hep. Bazen sıkılarak dersiniz ki "size yük oldum, ne olur kusura bakmayın" Aslında bu çaresizliğinizin söze gelimidir. "Yük oldum" demek zor iştir ve bunu geç farketmek daha da zor... Yük olmak! Yük olmak! Yük olmak! Çocukken bizim evimizde "yüklüğümüz" vardı. Ve hala Anadolu'da her evin mutlaka bir "yüklüğü" vardır. Yazın kullanılamayan ama kışın işlevi olan yorganlar ve battaniyeler yazın birden "yük" haline gelir ve "yüklüğe" kaldırılırlar. Kış boyunca ise hiç bir işlevi olmayan "yüklük", kışın işlevi olupta yazın hiç bir işlevi kalmayan "yük" sayesinde birden işleve kav

YEK BASTI OLABİLMEK

Resim
Siz "yek bastı" nedir bilir misiniz? Ben biliyorum ama hemen söylemem, çünkü söylersem okumazsınız geri kalanı. Fikir yürütelim; "Yek " Arapça'da "bir" anlamına geliyor. Eski Türkçe'de ise şeytan... Anımsayınız tavlanın zarları yek, dü, se, penç, char ve şeş olarak devam eder. İşte bizim "Yek Bastı" nın yek'i oradan gelir. Bir de "bastı" sözcüğü var. O ise "bas" fiilinden geliyor. Ne kadar basit değil mi:-) Yani "Yek Bastı", bir noktaya basınç uygulanmasını işaret ediyor. Ama neyin, hangi noktaya basıncı? "Bilmem" desem de inanmayın. Biliyorum çünkü. Bu bizim "yek bastı" çok ihtiyaç duyduğumuz bir nesne aslında. Hem de çok önemlidir ha... Mesela bir çay veya kahvehanede oturuyorsunuz ama masa sallanıyor... Evinizin eğer bahçesi varsa, masayı kurdunuz rakı falan da var ama masa soğukta üşümüz gibi titriyor... İşte size bir yek bastı lazım. Yek bastı bir taş, küçük bir tahta parç

Kuş Bakıcısı

Resim
Yanda altı yaşındaki oğlumun hazırlık F sınıfı bilgisayar dersindeki "kartvizit çalışmasını" görüyorsunuz. Oğlum mehmet "Kuş Bakıcısı" olacakmış!!! Biz de yeni öğrendik ha! Allah korusun Alcatraz Kuşçusu" gibi değil elbette. Bizim evde Maviş adını verdiğimiz bir muhabbet kuşumuz var. Mehmet her sabah uyandığında önce onun yanına gider ve "günaydın kuşum!" der. Akşam okuldan geldiğinde ise ilk işi Maviş'in olduğu yere gitmek ve "iyi akşamlar kuşuuum" demektir. Ve ekler Mehmet "ben kuşuma zamanı öğretiyorum!" Babası da malumunuz en iyi arkadaşını Karga'dan seçer. Şahap karga yakın arkadaşımdır. Ve oğlum Mehmet henüz altı yaşındayken "ne doktor, ne asker, ne mühendis" olmak istiyor. O, Kuş Bakıcısı olacak..! Pır pır eden yüreği hep özgür olsun diye herhal!

Dikenli Tel

Dört mevsim içinde geçer ömrümüz. Belki ilkinde doğduk mevsimlerin Belki de sonunda... Ne farkeder dostlar! Dikenli tellerin arasındadır aslında ömrümüz . Çizer durur, çizer durur! Ha babam ha! Ha babam ha! Mevsimlerin içinde sonlanacak ömrümüz Ve götürebileceğimiz tek şey öte yana Tellerden "çizilmiş" ömrümüz.

Üç Haziran 1963

Resim
NAZIM HİKMET ÖĞRETMEYE DEVAM EDİYOR HALA! Memleketimden İnsan Manzaraları, Kuvai Milliye Destanı, Benerci Kendini Niçin Öldürdü... Ve bu ölümsüz şiirlerin kahramanları: Kambur Kerim Karayılan Kartallı Kazım Benerci Piraye Vera Nurettin Eşfak Türkistanlı Hacı Ahmet İstanbullu Şoför Ahmet Mavi Gözlü Dev Arhavelili İsmail Ama ille de Mavi Gözlü Dev ile Arhavelili İsmail... Nazım Hikmet 3 Haziran 1963'te öldü. Onun ölümünden beş gün önce doğmak ve beş gün onunla aynı anda bu yer yuvarlağında yaşayıp, aynı havayı, aynı anda soluma şansına sahip oldum ben. Bu benim için pek kıymetlidir; hem de çooook! Nazım Hikmet 3 haziran 1963'te öldü, orası öyle! Ama yukarıda adını saydığım, onun bize tanıttığı gerçek kahramanları, onun ektiği insanca yaşama idealinin rüzgarlarında dolaşıyor güzel ülkemizi. Zihinlerimizde ve yüreğimizde bize insan olmayı, onurlu olmayı öğretmeye devam ediyor hala! Sizinle ölümünden iki yıl kadar önce yazdığı "Otobiyografi Şiirini" paylaşıyorum. Eğer da