Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gençler ve...

Gençler ve işçiler. Bir araya gelmeye görsünler! Çünkü biri bugünü garantiler, diğeri yarını! Biri evimizdeki sobadır, yerdeki döşemedir, ayağımızdaki ayakkabı. Hatta her gün bindiğimiz otobüsün şoförü, bebelerimizin servis amcası, işyerinde çaycımız, sabahları kapımızda asılı duran kutuya ekmeğimizi gazetemezi koyandır. Hastanede sedyemizi taşıyan, ilacımızı veren, yerin fersah fersah derinliğinden kömürümüzü çıkarandır. Hatta kömürün kendisidir. İlmek ilmek parmaklarıyla tekstil fabrikasında dokumayı yapanımızdır. Ayıbımızı örtendir, yaşamı yeniden hergün üretendir, demiryolunun rayıdır, dönen tekerleğin kendisidir. İşçidir "O", yani yaşamı üreten... Hani Einstein' in, günde yüz kez kendi kendine düşünüp ancak öyle karar verdiği "bir insan başkaları için vardır" dediği ana öznedir. Yani penceremizdeki camdır. Bugündür...   Diğeri ise, işte o işçinin camından gördüğü diğer öznedir, hatta öznenin karesidir. İki kere iki öznedir gençlik. Eşim

Semahat Vuran Tekerkek veya Teyzemin Ölümü...

Resim
                                                                                                    "Bir Acem şairi,                                                                                               Ölüm âdildir, diyor,                                                                              Aynı haşmetle vurur şahı, fakiri.                                                                       ...Biliyorum ölümün âdil olması için,                                                                                     Hayatın âdil olması lâzım"                                                                                                       Nazım Hikmet                                  " Bir ara hafifçe gözlerini araladı...    Sonra kapattı yeniden usulca." Beş çocuktan beşincisiydi... Yani annemden sonra doğan çocuktur... Ne annesi Fethiye Hanım tanıyabildi onu ne de "O" annesini.. Birbirlerini tanıyabilecek kadar aynı zaman dilimi

Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir kimse böylesine bir aşkla sevilmemiştir.

Resim
10 Kasım 2010. Saat 09:05 İstanbul Boğaziçi Köprüsü. Köprü hafifçe sallanıyor. Diğer binlerce insan gibi ben de köprünün üzerinde ayaktayım. Trafik donmuş... Yanıbaşımda pırıl pırıl bir genç kadın var, saçları boğazın rüzgarında savruluyor. Arkamdaki şalvarlı amca hırkasının önünü ilikleyip, sakalını sıvazlıyor... Motosikletli kuryeler durdurmuş motosikletlerini bir ileri bir geri salınıyorlar Heryer matem sirenleriyle çınlıyor! Köprünün sol tarafındaki Rakkastepe'deki dev bayrak, sonra Avrupa Yakasın'dakiler  ve Beylerbeyi' ndeki  de matem pozisyonunda dalgalanıyor... Ve İzmir'de Atatürk'ün dev rölyefine ateş eden sapkınlara inat Türkiye Gençlik Birliği üyeleri " Sana Atılan Kurşunlara biz Siper Oluruz" pankartıyla sahneye iniyor. Mustafa Kemal bu, yarattığı ulusunun içinde yeniden canlanıyor elbet. "Sarışın bir kurda benzeyen", esmerler, beyazlar, kara kaşlılar, mavi gözlüler, yeşil gözlüler artıyor elbet. Oğlum Mehmet ise, anası

Parti

Gece... Hiç ışık yok. Pür karanlık... Bilimsel tanımı ise "Mutlak Siyah"! Gündüz... Yani "gece" değil ... Işık var, karanlık yok. Pür aydınlık, pür ışık! Bilimsel tanımı ise "Mutlak Aydınlık" yani! Var mı doğada "mutlakiyetlik" kavramının karşılığı? Yok! Çünkü doğada her şey içiçe geçmiştir. Siyah içinde beyazı, beyaz da karayı içerir. Biz insan evladının anlayamadığı doğanın cilvesidir bu. Bir devrimci marş "Her geceyi mutlak bir sabah bekler" dizesi içerir. Türkiye karanlık, "mutlak siyah " da olabilir. Ama doğamız bize der ki "mutlak" yoktur. Ve bu nedenle Türkiyemiz karanlığının içinde kendi ışığını da taşır. Ben demiyorum bunu diyalektik diyor. Türkiye karanlık! Her gece içinde "bizim ışığımızı" içerir Ve bu ışık "Partidir"! Işıl ışıl! ....

Utanç ve Gurur

Resim
16 Mart 1920 6 Ekim 1922 Biri utancın diğeri ise gururun tarihidir. Tarihler ve nesneler birbirine benzemezler.  Tarihleri anlamlandıran, onu değerli kılan o süreçte yaşananlardır ama nesneleri değerli kılan insanın o esneye atfettiği değerdir.  Bu yüzden nesnelerin değeri değişkenken tarihsel süreçler ilgili dönemin içinde yerlerini değişmeden alırlar. 16 Mart 1920' de İstanbul İngilizler tarafında işgal edildiği için utanç tarihidir. Nazım Hikmet o günü ve geceyi Kuvayi Milliye Destanı' nda  Manastırlı Hamdi Efendi' den başlayarak çok güzel anlatır. Ama daha çok aynı tarihin gecesinde Şehzadebaşı Karargahı' nda uyumaktayken süngülenerek şehit edilen askerleri. "Üçümüzü uykuda kesti kâfir,  kurşuna dizdi ikimizi. Şimdi üçümüz : Abdullah ve Osman ve Abdülkadir, taşları yan yana yatar Eyüp'te. Arama, bulamazsın ikimizin kabrini, belki maşrıkta, belki mağripte, biz de bilemeyiz yerini. " Ben  kendi ülkesinin başkentinde katledilen bu askerler

Kuvvetler Birliği

Önce birkaç tespit: 1- 12 Eylül 2010, 12 Eylül 1980' i "rahmetle" aratacak bir tarih olacak. Bu acı deneyimi hep birlikte yaşayacağız.Son 12 Eylül' den itibaren yaşanacak olan süreç, bir on yılı almayacak kadar geçecek kısa bir süre içinde yaşamını bizim gibi geçirebilecekleri başka bir ülkesi olmayan, yani vatansız olmayan bizler ve onların çocukları için çok acı bir tecrübe olacak. Burası kesin! Hiç lafı evelemeden gevelemeden söylüyorum; Türkiye, evlatlarının kanlarını dökeceği bir sürece girmiştir ve ülkemizin aydınlıktan yana güçlerinin bunu durduracak platformları dönülmez bir şekilde yıkılmıştır. Türkiye, son referandumla "boyun kemiklerinden" kesilmiştir. Ne yazık ki, tatilini bir gün önceden kesip ülkesi için iradesini göstermekten kendini alıkoyan "modern" insan önümüzdeki yıllarda gericiğin en güçlü savunucusu olmaya doğru hızla evrilecektir. Bunu da göreceğiz. Çünkü konforunu herşeyin üzerinde tutan insan, sahip olduğu konforu kor

Hayır Ama Niçin?

13 Eylül sabahı Türkiye yeni bir güne uyanacak. Bu kesin! 12 Eylül 2010 günü Türkiye halkı ya 12 Eylül çocuklarının doğduğu bu günde onlara " Hayır !" diyecek ya da tarikatlara ve Amerikan emperyalizmine bu ülkemiz tam olarak teslim edilecek. Bu referandum kadar ülkemizin kaderini siyasal anlamda etkileyen hiçbir seçim olmamıştır. Eğer oylamadan "Evet " çıkarsa, 12 Eylül 1980 faşistlerinin bile cesaret edemediği yargı erkinin yürütme organınına devri  gerçekleşmiş olacak. Bu referandumda oluşacak bir "Evet" sonucu, son sekiz yıldır tahrip edilen ve neredeyse paçavraya çevrilen "Cumhuriyet" kurumlarının sonu olacaktır. "Evet" sonucu Cumhuriyet'i yıkıma uğratma çalışmalarının tamamına "kesin ve en etkili" bir ivme kazandırılmasının en son ve en büyük atağı olacaktır. "Evet " sonucu Padişahlık/ Krallık/ Monarşi sisteminin "Kuvvetler Birliği" kuralına kesin ve faşizan bir dönüşün "yasal&

Vedalaşma Zamanı

Allah'a Ismarladık Baba! 25 ağustos 1995'te sabah saatlerinde seni kaybettik ya , üzerinden tam 18 yıl geçmiş. Sana sorsam dersin ki şimdi "amaaaaan, ben öldükten sonra ne önemi var zamanın!" Haklısın. Zaman senin için o an durdu; ama bize de hak ver, "zamanın içinden hala geçip gitmekteyiz ve bir hayli de sürsün bu durum" demekteyiz. Dün düşündüm, sadece bir kaç kez gördüm seni rüyamda bu 18 yıl içinde ve hiçbiri de gerçekçi değildi. Zaten nasıl gerçek gibi olabilirdi, değil mi ama? Sen kanlı canlı, bağırıp çağıran, çalışkan ve seven bir babaydın. Benim babamdın. 1985 yılında, ben senden habersiz öğrenci derneği başkanlığı yaparken "senin oğlun terörist olmuş" lafını duyduğunda 70 yaşına merdiven dayamışken, telaşla ve korkuyla taaa Adana'dan kalkıp İzmir'e yanıma gelmeni anımsıyorum. Hatta evdeki kitaplarımı görme diye "baba arkadaşlar evi bir toplasınlar sen ev sahibim Ali Amcayla bir sohbet et" dediğimde anladığın

“Ey Güzel Ülkem Nereye Götürüyorlar Seni?”

Son bir ayın önemli olaylarını sıralayalım; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yapılan videolu operasyon. Yapan da yaptıran da bilinmiyor(!) Eğer ABD-Fettullah- AKP üçlüsü yaptırdıysa, ellerinde patladığı açık. Bu aynı zamanda Türkiye’ye karşı ABD destekli Süper-Nato-Kontrgerilla tertiplerin de en önemlisiydi. Hemen ardından Zonguldak’ta grizu felaketi geldi... Otuz işçi şehit oldu, ikisinin bedenlerine hala ulaşılamadı. Brezilya- Türkiye- İran arasında imzalanan “Uranyum Takası Anlaşması” gündemimize düşüverdi. Biz bu anlaşmanın İran’a yönelik olası ABD operasyonunun önünü keseceğini veya geciktireceğini düşünürken, başka iki olay aynı gün Türkiye gündeminin ana konusu oldu. İlki, ikincisi tarafından hızla unutturuldu. İskenderun’da Deniz Kuvvetleri Lojistik Komutanlığı’na bağlı birlik, ustaca atılmış bir roket tarafından bombalandı, altı askerimiz şehit oldu. Türkiye bu haberi daha duyamadan, Mavi Marmara isimli yardım gemisine İsrailli Deniz Komandoları tarafından gece ya

Şahap ve Leyla

Resim
Herhangi iki isim sandınız değil mi Şahap ve Leyla'yı? Değil! Veya Irak veya Filistin' de Amerikan veya İsrail ateşi altında öldürülmüş iki çocuk veya iki aşık mesela... Vallahi değil! Şahap ve Leyla bizim beş yıllık komşularımız. Mevsimlik komşularımız. Şimdi elbete yazlık ev komşumuz sandınız büyük olasılıkla ama  değil. Şahap ve Leyla bizim güzel İstanbul' da, Acıbadem' deki evimizin komşuları ama aynı apartmanda bile oturmuyoruz. Onlar balkonumuza beş metre uzaktaki gösterişli bir evde oturuyorlar. Gösterişli kocaaamaaan bir "iğne yapraklı çam ağacında"... *** Her yıl baharla birlikte yuvalarını yeniden yapan karga dostlarımız onlar. Aslında benim arkadaşım Şahap'tır ve onunla çok derin muhabbetlerimiz olmuştur, Türkiye'mizin geleceği konusunda, kubilaykizildenizli.blogspot.com adresinde "Karga Şahap'la Söyleşiler" başlığı altında yayınlamıştım. Ama bu kez sohbet falan değil, bizzat Şahap ve Leyla'yı yazacağım. ***

Mesele Gazze mi?

Bu sabah şafak saatlerinde İsrail Gazze'ye yardım götürmek amacıyla uluslararası sularda bekleyen Türk yardım gemisini bastı. Şu ana kadar resmi olmayan açıklamalara göre 19 kişi öldü, 30'dan fazla yaralı var. Gemiler ise İsrail limanlarına çekildi. Emperyalist Batı cephesinden şu ana kadar bu durumu destekleyen çıkmadı. En utangacı bile "İsrail soruşturma açmalı" diyor. Bilgi olmadan analiz olmaz, analiz etmeden ise karar veremezsiniz. Şu anda elimizde yeterli bilgi yok bu nedenle bu olayı analiz edemeyiz ama yol açacağı sonuçları değerlendirebiliriz. Türkiye ve İsrail ilişkileri geri dönülmez bir sürece girmiştir. İsrail ilk kez Türklere yönelik şiddeti üstelik kendi egemenlik alanı dışında uluslararası sularda kullanmıştır. Doğu Akdeniz ve kıyıları artık hiç kimse için güvenli bir deniz değildir. İsrail müslüman dünya ile arasındaki tek bağı ve büyük bir gücü kaybetmiştir. Peki İsrail gerçekleştirdiği bu eylemin sonuçlarını önceden kestirememiş midir? E

KARADON

Resim
“Otuz Karadon” beş yüz kırk metre aşağıda bekleşiyor. Deniz seviyesinden değil veya dağların doruklarının aynı metre aşağısındaki yamaçlardan hiç değil! Ne bileyim ben, herhangi bir seviyenin altındaki herhangi bir aşağı noktadaki bir yer de değil söylemek istediğim. Belki "Guam Çukuru" anlatabilir ne demek istediğimi. Çünkü Guam Çukuru erişilmezdir! Altmış tane kol, bacak, göz, kulak ve burun deliği ve onların yarısı kadar beden, kafa ve kalp, bekleşiyor Karadon ’un içine sızacak aydınlığı… Diyor ki emekli bir işçi – ki iki damadı ve bir oğlu otuz Karadon'ludan üçüdür şimdi- “Ben çekirdekten yetiştim, her safhasında çalıştım umudum var ama bilirim ki, artık aşağıdan gelen olmayacak, bu kesin!” Beş yüz kırk metre aşağıda dört yüzden fazla yürek ve bunun iki katı kol, bacak ve kapkaralar içinde parlayan gözleriyle, göçüğe bakıp tırnaklarıyla kazıyorlar, umutlarını kazıyorlar, arkadaşlarına yaşam vermeye çabalıyorlar. Kömür yasasıdır bu! Grizu yasasıdır bu! Kömür y

Kan Kemik Et Ter ve...

Kan, kemik et! Can da ekleyin buna. Daha sonra yılları da elbet! Canlı kıpır kıpır delikanlıların terini de unutmayın. Kan da, ter de, kemik de ette onlarındır zaten. Daha sonra yapılan planları ekleyin. Bir tarafta "parçalamaya ant içmişlerinki vardır,diğer tarafta kan, et, can, ter ve canını ortaya koyanların. *** Çanakkkale 1915 dendiği zaman aklıma cetvelle sınırları çizilmiş koskoca bir Ortadoğu ve Afrika gelir. O koskoca coğrafyada tek bir ses getiren bağımsızlık mermisi atılmamıştır. Bakın Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve Afrika'nın bir çok ülkesinin kuruluşunun temelinde tek bir anti- emperyalist mermi yoktur. Çanakkale 1915 dendiği zaman aklıma Ekim 1917 Büyük Sosyalist Rus Devrimi gelir. Bu büyük devrim ezilen ulusların kalbinde büyük umutlar açmıştır, bilirsiniz. Çanakkale 1915 dendiği zaman  barut, ateş, kan, doku, kol, bacak, kalp, bıçak gelir. Süngü gelir, vatan aşkı gelir, bağımsızlık gelir, büyük bir ulus olma hayali gelir. Çanakkale 1915 dendiği

Geçmiş Olsun!

YUMRUK ! Yumruk sezonu İtalya Başbakanı Berlusconi ile açıldı. Ahmet Türk ile devam ediyor. *** *** Türkiye tarihinde PKK' nın "yasal" temsilcisi ilk kez sivil bir yumruk ile burun buruna geldi. Kırıldı. *** *** Ahmet Türk'e atılan yumruğun ardından Batman'da  PKK saldırısı sonucunda bir Mehmetçik şehit oldu , diğeri ise yaralandı. Ahmet Türk gibi politikacılar "Kürt" halkının isteklerini "demokratik" hak olarak tanımlarken, askeri kanadı olan PKK bu demokratik haklarını "kurşunlarını" kullanarak savunuyor. Ve Aynı politikacı bu ülkenin askerlerine, evlatlarına kurşunları sıkan bu hainleri "gerilla" olarak tanımlamaktan geri durmuyor. *** *** Atılan bu yumruğu savunacak değiliz. Şiddetin her türüne de karşıyız. Ama sıra devrimci şiddete geldiğinde, aynı Kurtuluş Savaşı' nda olduğu gibi, bu ülkeyi etnik/milliyetçi çatışmalara sürükleyen tüm sorumlular bu şiddetten alması gereken yanıtı alacaktır. Zamanı var b

Elli Bir

Sabah, 04.42... Bir kaç isim yazdım.Tek tek okuyun lütfen. Nermin Yıldız Gönül Yıldız Tuğba Yıldız Zilan Yıldız Emre Çiçek Ayten Çiçek Davut Yüksel Kibar Yüksel İzzet Çimen Nurettin Çimen Yeter Akdağ Emrullah Akdağ Yusuf Akdağ Muhammet Emin Polat (Çocuk), Netice Polat, Medine Akdağ (Çocuk) Muhammet Özdoğan (Çocuk) Berivan Özdoğan Özcan Cirit Nazile Cirit Murat Cirit Fikri Özdoğan..... Öğrenci yoklama listesi değil, ölüm listedir okuduğunuz. Maalesef elli  birini birden aynı listede bulamadığım için tamamlayamadım. Akşam haberlerde izledim yıkılan köyleri. Kerpiçten evcikleri... Cumhuriyet'in kurulduğu yıllardan ne farkları var ki hala Ortaçağ karanlığında yaşayan bu köylerin? Cumhuriyet uğramış mı bu köylere jandarmasından ve seçim sandığından başka? Türkçe' yi dahi doğru dürüst öğrenememiş bu insanları bu devlete, cumhuriyete bağlayabilir misiniz? 8 Mart 2010 sabah saat 04.42' de Kovancılar, Elazığ'da deprem oldu. Rihter ölçeğiyle 6.0

İKİ AGAMEMNON VE DÖRT SAVAŞ!

Birinci Agamemnon Kral olarak Truva' yı yaktı yıktı. Büyük bir zafer kazandı. İkinci Agamemnon Batı'ya ait bir savaş gemisi olarak Çanakkale' yi  geçmeyi denedi ve ölüm kustu Gelibolu ve Çanakkale sırtlarına. Agamemnonların bu ikinci büyük kalkışmasına Anadolu' nun yanıtı çok sert oldu ve gövdesinde 7 delik açtı Mustafa Kemal' in topçuları ve savaş dışı kaldı, ama batmadı. Nihayetinde Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı İngiliz Agamemnon Savaş Gemisi' nde ve  bu anlaşma Osmanlı' nın yıkımı oldu. Devletlerin ve milletlerin kurumsal hafızları vardır ve bu hafıza kalıcıdır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul' u aldıktan sonra, Truva harabelerini gezdiği sırada "Truva' nın intikamı aldım" derken de, İngilizler'de en dehşetli savaş gemisine Agamemnon ismini koyarken de aynı kurumsal hafızayla hareket ederler. Çünkü Mustafa Kemal' in, "geldikleri gibi gidecekler" dediği gemilerin içinde yine Agamemnon olacaktır. Bugün hal

Güvenlik Sorunu

Balyoz, Sarıkız, Ayışığı ve Yakamoz derken olan oldu sonunda. İlk başta yukarıda sıralanan "darbe" planları isimlerine baktığımda isim koyucuların profillerini tahmin etmeye çalıştım. Balyoz 'un adını koyan darbeci kesinlikle "İnşaat İşçiliği" ile geçinen bir aileden geliyor.Babasına ait bir aile yadigarı balyoz evinin salonunda hala duruyordur. Sarıkız adını koyan ise romantik bir köylü.  Bir çift Sarıkız Öküzü' nü tarlada bırakıp harp okuluna yazılmış gibi. Ayışığı ve Yakamoz'un adını koyanlar ise kesinlikle romantiklerin sınıfındandır ama aynı zamanda da denizci olmalılar... Şakayı bir yana bırakalım! Mesele iç çatışmalar sürecini çoktan aşmıştır. Mesele artık ne  şeritaçı-laik eksen çatışmasıdır ne de aklınıza gelebilecek onlarca diğer nedenler. Mesele küreselcilerin, Asya'nın en güçlü ulus devletini parçalama isteği meselesidir. Mesele bu sürece "direnecek miyiz, yoksa teslim mi olacağız" meselesidir. Mesele üç- beş

Mizgin

Batman. Kozluk İlçesi, Ulaşlı Köyü, Kale Mezrası... Tekel. Türkiye'nin neredeyse her ilinin bir fabrikasıydı. İlçelere kadar inmişti Hatta Bekirhan' a bile... Cumhuriyet demişti ki  Türk köylüsüne, "senin pancarını da, tütününü de biz işleriz!" Bu nedenle Doğu, Güneydoğu, Batı Anadolu demeden her yerde açtı devrim fabrikalarını. Ahmet Aslan. Kozluk Bekirhan Tütün işletmesi'nin bir işçisi(ydi). Şu anda fabrika da yok, tütün de yok Bekirhan' da. Amerikan Virginia ve Vurley tütünlerine pazar açabilmek için kapatıldılar. Yani Amerikan çiftçisinin çıkarlarına kurban edildiler. Aynı Mizgin gibi. *** *** Talasemi. Akdeniz Anemisi. Sadece Akdenizliler de görülen genetik kökenli bir kansızlık hastalığı. Olmaması gereken bir yerde görüldü! Akdeniz' den en az beş yüz kilometre ötede bir mezrada hem de! Ve Batman'ın Kozluk İlçesi' nin, Ulaşlı Köyü'nün, Kale Mezrası' nda yaşayan14 yaşındaki kara gözlü bir kızcağız olan  Mizgi

Mehmet' in Kompozisyonu

Resim
Bugün oğlum Mehmet sınıfta bir kompozisyon yazmış. Henüz ilkokul 1.sınıfta. Aşağıya aynen aktarıyorum. Benim Ailem "Biz dört kişilik bir aileyiz. Annem emeklidir, babam ise çalışıyor. Ben ise bir çocuğum. Her gün okula giderim. Ev ödevimi yaparım. Arada tatil yaparım. Arada hasta olurum. Sömestir tatilinde İzmir'e ve Adana' ya gideriz. Bizi ablam karşılar. Biz mutlu bir aileyiz. Bütün ailemi seviyorum." "Arada tatil yaparım ve arada hasta olurum" bölümlerine "bittim!" Ve elbette kendini tanımladığı "ben ise bir çocuğum" cümlesine. Hep "çocuk kal" demek istiyorum, hep böyle samimi ve saf ama büyü benim güzel çocuğum, hiç acele etmeden ama!. Düşünerek büyü.

Teorileri Yapan Pratik!

Tekel işçileri. İstanbullu itfaiyeciler. Nefesimizi açıyorlar! Peki neden? Çünkü plansız en küçük bir hareket yapmıyorlar. Kararlılar! Ve amaçları çok net ve bu amaca nasıl ulaşacaklarını biliyorlar. Yani şu strateji meselesini bu ülkenin aydınlarına öğretecek kadar olgunluk ve birikimleri var. Bakın, ülkemizin gündeminde ağır ağır, acele etmeden yer aldılar son bir aydır. Eylemlerinin de dozunu giderek arttırıyorlar. Önce havuzlara donla girdiler ve şimdi büyük bir mitingin ardından açlık grevine girecekler. Ve her eylemlerinin etkisi ve toplumda yarattığı yankı artarak büyüyor. Buz gibi havada donlarıyla Ankara' nın göbeğinde havuza girdiler ellerinde bayraklarımız. Arkasından buz gibi su fışkırdı panzerlerden üstlerine, ardından gazlar gözlerine... Tınmadılar hiç! Hükümet de tınmadı. Ne bir taşkınlık yaptılar, ne yollara barikat kurdular. Sadece, "biz ekmeğimizin, çocuklarımızın geleceğinin arkasındayız" dediler. Doğulusuyla, Batlısıyla ne bir et

Bedrettin!

Beş yaşında. Dokuz kardeşli! Kaçıncı kardeş olduğunu ne kendi bilir ne de anası. Zaten biz de bilmeyiz! Ki önemi yok zaten! *** İstanbul'da her cadde ve sokakta bir benzeri olduğundan kimse tarafından özlenmez Bedrettin. Ne anası, ne de babası akşam olması gereken yerde olamadığı için ne kızarlar ona ne de polise giderler bulmaları için. "Gezmeye gitti, hala dönmedi beş yaşındaki sabi yavrumuz"  mu diyecekler polise... *** Mesela ben her sabah oturduğum sitenin kapalı otoparkındaki arabama bindiğimde kedilere kızarım. O kediler gibidir işte Bedrettin..! Kediler arabamın camında pati izlerini bırakır, beş yaşındaki Bedrettin ise sokaklara kanını! Bakar geçeriz onalara veya burnumuza mendilini satmak için dayadığında kızarız. O, 50 kuruş peşindedir, bilemediniz bir liranın. Biz ise arabamızda radyo dinliyorsak, haberlerin. Tesadüf bu ya o an haberlerde dinlediğimiz Bedrettin' in acılı haberine üzülüyoruzdur, ama mendil satmaya çalışan bir diğerine ise kızarak! *** Kedil

Psikolojik Savaş!

3 Ekim 1922. Mudanya Ateşkes Anlaşması görüşmeleri başlar. Şimdi biz bu tarihin bir kaç hafta gerisine gidelim... 9 Eylül 1922'de TBMM Ordusu İzmir'e girer. Sırada İstanbul vardır. İstanbul ise İngilizlerin işgali altındadır. Mustafa Kemal 1. ve 2. Ordu'ya istanbul'a doğru yürüme emri verir. Amaç müttfekleri barış masasına oturmaya zorlamaktır. "Askerler tüfekler inin namluları yere bakacak şekilde"  İngiliz siperlerine doğru yürüyeceklerdir. Düşman ateş etmedikçe ateş edilmeyecektir. Ama kesinlikle de durmayacaklardır. İngilizler ateş açamazlar ve siperlerden geriye doğru çekilmeye başlarlar. İki cephede de büyük bir "sinir" savaşı başlar. Türk Ordusu savaşmak istememektedir, ama gerektiğinde savaşma kararlılıklarını düşmana göstereceklerdir. Mustafa Kemal'in 1. ve 2. Ordulara verdiği bu emir "Kurtuluş Savaşı'nın" bilinen en büyük psikolojik harp emridir . Bu "psikolojik harp" silah desteği ile yapılan belki de ilk harp

Fırtınalı Bir Yıla Girerken..!

Geriye doğru sadece birkaç ay  için olanlara bakalım. Ergenekon Tertibi, "Açılım Tartışmaları" PKK'lıların "kahraman" olarak karşılanmaları, Habur'da  kurulan seyyar "mahkemeler", Başbakan'ın büyük patron Obama ile görüşmesi, İntihar eden askerler, Devletin kurumları arasında bugüne değin görülmemiş güven kaybı, Başbakan yardımcısına "suikast" iddiaları, Yargı kurumlarının üst düzey yöneticilerinin dinlenmesi, Başsavcı yardımcılarının kendi başsavcılarını dinletmesi... Lütfen aklınıza gelen diğer olayları siz ekleyin...! Yukarıda sıraladıklarımız sadece  "görebildiklerimiz" ve ben asıl göremediklerimizin bu fırtınanın içinde asıl rolü oynadığını ve yenilerini hazırlamakta olduklarına inanıyorum. Hiç bir yıl bir sonraki yıla bu kadar büyük sorunlar devretmedi Türkiye'de. Ve Türkiye fırtınalarla dolu bir 2010' a adımını attı bu sabah. Eğer Türkiye sadece bu fırtınayı yaratan dinamiklerle (ABD, Hükümet,Ordu) bu soruna ç