Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ya Paranı Ya Canını!

                                                                               “Parasını vermeyen, canını nasıl verir?” Eski Türk filmlerinin en güzel repliklerinden biridir. Gaspçı yavaşça yaklaşır kurbanına ve bağırır;" Ya paranı ya canını!" "Mal canın yongasıdır" diyen biçareler malını vermemek için canından da olurlar; olsunlar! Bu tehditi yapanlara direnir ve paranızı vermezseniz, paranız cebinizde kalır ama bir farkla, kefen cebiniz kalınlaşacaktır bu durumda… Kanuni Sultan Süleyman'ın vasiyeti olduğu söylenir. Demiş ki Kanuni  vasiyetinde "elimi tabutun dışında bırakın ki halk görsün, Kanuni bile öbür dünyaya bir şey götüremedi, eli boş gitti." Görsünler, öldüğünüzde götürebileceğiniz işte o boş elinizdir. Neden mi böylesi sevimsiz bir konu üzerinde durduk? Çünkü paranın en önemli araç olduğu günleri yaşıyoruz. Önümüzdeki on sekiz ayda üç seçim var. Cemal Süreya'nın Kısa Türkiye Tarihi şiirini bilirsiniz. Şair bu eş

Doğu Perinçek. Sağa Yelken Açmanın "Sol" Görünümlü Formülü-3

Resim
CHP’nin Neoliberallerine Atlantik medyası, “Sol” madalyası taktı. Rıza Türmen, Atilla Kart, Sezgin Tanrıkulu, Faik Tunay gibi milletvekilleri Sağdan aldıkları “Sol” kimliklerle politika yapıyorlar. CHP’de AKP’lileşmiş bir grup var. Bu grubun en önemli özelliği, Kemalist Devrimin yıkılmasında, millî devletin dağıtılmasında, Türkiye’yi bölen süreçte AKP ve BDP ile aynı mevzilerde cephe tutmasıdır. Sarıgül açıklamalı: BDP ile işbirliği yapacak mı? CHP’nin Neoliberalleri yerel seçimlerde BDP ile işbirliğine yöneldiler. Özellikle İstanbul’da bu yönde hummalı bir faaliyet yürütüldüğü biliniyor. Bu çalışmanın “Sola açılıyoruz” perdesi altında yürütülmesi, avlanacak kuşları da tanımlıyor. Şu anda İstanbul’da  Mustafa Sarıgül  formülü de bu planın içinde gözüküyor. Gazeteler  Sarıgül ’ün BDP ile işbirliği halinde olduğu haberleri yayınlıyorlar ve Sarıgül’den bir yalanlama gelmiyor. Çatır çatır konuşmak zorundayız Bu arada CHP’deki bazı değer verdiğim, içtenliklerine güvendiğim Solcular da

ABD PAKETİ

Resim
Alınmayın hayal kırıklığı yaşayan “solcular”, liberaller, dönekler, Kürt milliyetçileri, AKP’ye göbekten bağlı vatan hainleri, PKK kuyrukçuları… Size yukarıdaki sıfatları yakıştırdığımız için alınmayın. Beklediğiniz ve alkışlamaya hazır olduğunuz “paket” geldi. Size böyle sıfatlar taktığımız için kızmayın. Bu bir ABD paketi çünkü bu! Gerçek bu! Hani “beğenmiyor” gibi yapıyorsunuz ama “yetmez, yetmez!” diye bağırmayı ihmal etmiyorsunuz ya… İşte o paket, ABD paketi! Şeyh Sait için, Seyit Rıza için ne kadar Cumhuriyet düşmanı alçak varsa, onların intikamı için hazırlandı bu paket. Emperyalizmin 90 yıl önce tepeleyemediği Jön-Türklerin kurduğu milli devleti yıkım planı bu! ABD patentlidir, yapıcısı ABD’dir! Künyesindeki “Made İn USA” etiketini görmediniz mi? Bizim hala varsaydığımız, içinizde kalmış bir parça namus kırıntısı da mı rahatsız etmiyor yoksa sizi? Hatırlayın, ne demişti AB Temsilcisi Karen Fog  “Türk tarihinin hakkından gelmek lazım!” Bu amaç iç

Sistemin Merkezine İki Ziyaret

Resim
Sosyal Demokrasinin hazin halini izliyoruz. Aklıma bir soru takılı,  "AKP ve CHP program temelinde birbirinden farklı mı?" Soruyu şöyle de sorabilirsiniz;  "AKP ve CHP arasında fark kaldı mı?" İki yıl önce vardıysa bile, artık bir fark kaldığından söz edemeyiz. CHP kendisine  "yeni"  sıfatını yakıştırıyor, ama gerçekte  "AK"  sıfatı daha çok yakışıyor. Aslında  "AK ve Yeni"  sıfatları birbirini karşılıklı olarak açıklıyor. "Yeni"  kavramıyla Cumhuriyet'ten, Atatürk'ten uzaklaşırken AK-P'yle arasındaki mesafeyi de daraltıyor. Hiçbir siyasi partiyi böyle tanımlamak istemeyiz. Karşıtıyla tanımlamak ayıp ama karşıtlıklar genel resim içinde birbiriyle eşleşmeye başladığında başka çare kalmıyor. Bir siyasi parti olarak Amerika'ya giderseniz veya heyetler yollarsanız, Amerikan planlarından rol kapmaya başlarsınız. Bu bir ABD'ye bağımlı devletler geleneğidir. Böylece bir bakmışsınız Gülenciler ba

Faşizm Kapımızda

“...Ama, millet yaşamı tehlikeye uğramadıkça,   savaş   bir   cinayettir .                                 Mustafa Kemal Faşizm Kapımızda! Şaka değil. Türkiye’nin Suriye helikopterini düşürmesi sadece angajman kurallarıyla açıklanabilecek bir olay değil. Türkiye, arkasında Amerika olduğu halde koşar adım Suriye ile savaşa itiliyor. İşte bu yüzden biz bugün Türkiye’’yi yöneten rejimi Mafya- Gladyo-Tarikat rejimi olarak tanımlıyoruz. Bir tane bile ulusal güvenlik çizgimiz yok, koskoca ülke Amerika’nın koçbaşı olarak bir kabadayı gibi kullanılmak isteniyor, isteyenlerin istediği yönetim ise maalesef iktidarda. Ama bu yönetimin bile böylesi bir savaşı uzun sürece sürdüremeyeceği açık. Türkiye, faşist bir rejim olmadan, askeri faşist bir diktatör tarafından yönetilmeden Suriye ile savaşa itilemez. Bunu “sıkıyönetim altında faşist kanunların uygulanması olmadan” olarak da yazabiliriz. Şimdi son 45 güne bir göz atalım. Türkiye tarihinde, ancak o

Halk Hareketi Uçağa Binerek Gelmez!

Aslında Haziran Ayaklanmasının ardından bizim de hoşumuza giden bir beklenti oluştu. Sonbahar’da, Haziran 2013’teki eylemlerden daha büyük ve daha kapsamlı talepleri olan eylemlerin olacağı varsayımı içimizi ısıttı ve hala da bir gizil güç olarak bu toprakların üzerinde dolaşıyor. Bu beklentimiz eylül başından itibaren sanki bir zorunluluğa dönüşür gibi oldu. Ve giderek AKP’yle simgeleşen “Mafya-Gladyo-Tarikat rejimini sonbaharda halk hareketine dayanarak demokratik yollardan devirme” isteğimiz daha da coşkulu hale geldi. Gençlerin coşkularını anlatmaya bile gerek görmüyoruz. “Üniversiteler açılacak, yaz tatiline giden halkımız okulların açılmasıyla birlikte şehirlere dönecek ve bir kıvılcım bütün bozkırı tutuşturacak…” Bu nedenle heyecan duyduk ve halen de duymaktayız. Ama biraz duralım, sakin olalım. Çünkü; Halk hareketi, beklentilere göre kendine yol çizmiyor. Halk hareketi kendi doğal yolundan gelişmeyi veya serpilmeyi tercih ediyor. Halk hareketi, kaynağı olan
Resim
“Ve kavga bittiği zaman  ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman. Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı, kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…” Nazım Hikmet İlerde Türkiye’nin bugünlerini yazacak olanlar, 31 Mayıs 2013 tarihine özel bir önem verecekler. Çünkü Türk Milletinin farkına yeni varmaya başladığımız özelliklerini izliyoruz ve bununla gurur duyuyoruz. Kitle mücadelesinin dibe vurmaya başladığı 70’li yılların sonundan itibaren 2007 Cumhuriyet eylemlerine kadar büyük çaplı kitlesel eylemler görmedik. Elbette Zonguldak madenci eylemleri ve Tekel işçi mücadelesi gibi önemli bazı işçi eylemlerini ayırarak bu satırları yazıyorum. 2007 ‘deki milyonlarca insanın katıldığı Cumhuriyet eylemleri, 19 Mayıs’ta 2012’de Tünel’de başlayan ve Dolmabahçe’de sonlanan TGB önderliğindeki gençlik eylemi, yine aynı eylemin 2013’teki daha büyük olanı, yüzbinlerin katıldığı 12 Aralık, 5 Nisan ve 5 Ağustos Silivri eylemleri, 2012’de ve 2013’te yüzbinlerce insanın katıldığı Tandoğan ve Sıhhiye’de gerç
Resim
Süreci özetleyelim. ABD: Git! Esad: Asla! Aslında tüm süreci özetleyecek ilk ve son sözcüklerdir bunlar. Şimdi biz şimdi aradaki geniş boşluğu dolduralım. ABD daha müdahale için gerekçelendirilen “kimyasal silah kullanımı” ortada yokken “Suriye’ye demokrasi “ getirme bahanesiyle Esad’a’a karşı elinin altındaki tüm güçleri kullanmaya başladı. Yanıtlanması gereken soru şudur  “ABD neden Suriye’ye demokrasi getirmeye çalışıyor?” Yanıt.:  “Ortadoğu halklarını çok seviyor!” Gülmeyiniz. Sıradan bir ABD vatandaşı buna içtenlikle inanıyor. ABD yurttaşına gore ikinci dünya savaşının başından beri ABD dünya halklarına demokrasi ve insan haklarını getiriyor. Önce Vietnam, Afganistan, Libya, Irak, ve eş zamanlı Romanya ve Yugoslavya… Demokrasinin ve insan haklarının bu bölgelere ulaşabilmesi için milyonlarca insanın ölmesi gerekti. Öldü. Olsun! Vietnam “ben insan hakkı falan istemiyorum”  dedi. O’nu yani ABD’yi bir güzel dövdü! Yugoslavya’da milyona yakın insan öldü

HALK HAREKETİNİN MASUMİYETİ

Resim
Konda Araştırma Şirketi değerli bir çalışma yayınladı. Taksim Gezi Parkı’nda 30 saat süren ve 4711 deneğin görüşlerinin alınıp yayınlandığı araştırmaya göre, araştırmaya katılanların %74’ü herhangi bir siyasi parti veya demokratik kitle örgütüne üye değil. Araştırmaya katılanların çoğu polis saldırılarına, anti demokratik ve özgürlüklerin kısıtlamasına karşı bir tepki olarak Gezi Parkı’nda olduklarını belirtiyorlar. Bunun dışında “eğer oy kullanacak olursanız hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna ise tek tek mecliste grubu olan partiler sıralandıktan sonra “diğer” hanesinde %12 gibi büyük bir oran göze çarpıyor ama detay yok. İnsan ister istemez merak ediyor tabii. Ama konumuz bu değil. Örgütsüzlüğün saptanması da, yüceltilmesi de yeni bir şey değil. Halkımız örgütsüz, bu bir gerçek. Zaten televizyonları, sosyal medyayı izliyorsunuz, her yerde örgütsüzlük göklere çıkarılıyor. Hatta Gezi Parkı’yla başlayan eylemlerin masumiyetini kanıtlamak için “gençler bir

Millet ve Milliyet

Resim
  Millet ve Milliyet, Türkiye’nin parçalanma süreci içinde, tanımları kastenkarıştırılan iki kavram. Türkiye’den bağımsız olarak bu sorunun yanıtınıaradığımızda, Millet kavramı tüm uluslar için aynı anlamı içeriyor. Geniş bir iç pazar yaratmış ve ortak bir dile sahip, yani aynı dilde anlaşabilen milliyetler topluluğudur Millet.   Fransa’da da, İngiltere’de de bu böyledir ve elbette Milli Demokratik Devrimi ni  tamamlamış diğer tüm ülkelerde de bu tanım aşağı yukarı benzer ifadeler içerir.   Bu nedenle Millet, içinde barındırdıkları tüm milliyetleri bu ana başlık altında toplar. Belirli bir coğrafyada “Biriç pazar var mı ve ortak bir dil tesis edilebilmiş mi ?” soruları milletin var olup olmadığını saptayan “turnusal kâğıtlarıdır.”   Millet, milliyeti dışlamaz, kapsar ve aynı şekilde çıkarları gereği milliyet de milleti reddetmez. Aksine onun kapsayıcılığı ve koruyuculuğuna gereksinim duyar. Çünkü milletleşememiş ve kendi ırklarının dar çerçevesine hapsolmuş topluluklar