"KAYIP HAYATLAR"

Emine Vuran Canal

Benim annem ikisi 2 üvey olmak üzere beş kız kardeş ve iki erkek kardeşin dördüncüsüdür. Bu kardeşlerden ilk Derviş dayımızı kaybettik yıllar önce. Uzun boylu sarışın ve hatırlayabildiğim kadarıyla yeşil gözleri vardı. Dayımın yaşının babamdan bile büyük olmasından dolayı biraz çekinir olmakla beraber derin bir saygıyla severdim dayımı. Eşi Fatma yengemizi kaybettikten sonra annemle daha sık görüşür olmuştu. İskenderu'ndan Adana'ya evimize gelir bir kaç gün kalır, annemle beraber güzel sabah kahvelerini sigarasını tüttürerek içer ve benim dünyada olmadığım zamanlardaki çocukluklarını konuşurlardı. O yıllarda dayımı daha çok sever olmuştum.
Annelerini çok genç yaşta kaybetiklerinden -ki annem hayal meyal hatırlar- ve onun hafızasında kalan ince uzun ve mavi gözleriyle oldukça alımlı bir kadın vardır. Ve o alımlı görünüm benim iki güzel dayıma geçmiş renkli gözler ve sarı bir tenle.Annemler ise Mehmet dedemin esmerliğini ve kahverengi gözlerini almışlar. İşte istenmeyen bir gebeliği ilkel yöntemlerle sonlandırırken kan kaybından ölmüş Fethiye anneannem.

Annelerini çok gençte kaybetiklerinden, daha çok kendi öz çocuklarını koruyan bir üvey anne ile büyümüşler ve yaşamları taa o zamanlardan bir yığın sorunlarla başlamış. Benim güzel anacığım üvey annenin amca oğluna daha ondördünde verilmiş, Semahat Teyzem oldukça vicdanlı bir kadın olan Sultan Halasında büyümüş ve annesini hiiç anımsamaz. Bir de Emine teyzemiz var ki evin ikinci büyük kardeşi ve yapabildiği kadarıyla evli olmasına rağmen kol kanat germeye çalışmış kardeşlerine…

Bu dönemde en çok Necmettin dayıma ve annemin çektiği sıkıntılara üzülmüşümdür. Zaman zaman dayımın eve gelemediği ve anneme gore sokakta bile kaldığı zamanlar olmuş. İşte bu ikinci ve ancak 2 yıl kadar once kaybettiğimiz Necmittin dayım bizimle halk türkülerimiz arasında oldukça müstehçen sayılabilecek “orta mektep yokuşu Neriman verir öpüşü” türküsünü söyler, bizimle karşılıklı göbek atar ve beraber rakı içerdi. Bugün geriye dönüp baktığımda ne Derviş dayıma ne de Necmittin dayıma telefonla bile ulaşma şansım yok, tatlı ve buruk bir şeydir kalan benim içimde onlardan.

Dün gece Nevin Ablam telefonda bana Emine teyzemizi de kaybettik dediğinde işte sonsuza göçen ve biraz sonra anlatmaya çalışacağım canım teyzeme de artık ulaşamayacağımı anladım.

Bence tüm kardeşleri içinde son 38 yıldır bir gün bile teyzemin sınırsız bir mutluluk yaşadığına inanmadım. Çok genç yaşta eşini kaybeder teyzem. Sadece ismi var hafızamda Ali eniştemin, yumuşak ve insancıl olduğunu bilirim. Ama 1969 yılıydı sanırım, Emine teyzem asıl trajediyi yaşar; benim bir büyük ablama “abidik gubudik” diyerek seven oğlu Ahmet’ i kaybetmişti. Hiç unutmam o yıllarda telefonda yoktu ve sanırım haber telgrafla gelmişti evimize. Annemin ne yaptığını nasıl tepki verdiğini hatırlamıyorum ama hatırladığım şey soluk bir yüzle hepimizi Şükran halamların Adana Tren İstasyonu’ndaki lojmanlarına bırakmasıdır. Çocukluğumun en dibindeki anıdır bu; halamların küçücük evindeki sarı ışık, annemim solgun yüzü ve Serhan’la kurduğumuz oyunlar…
Teyzem saatlerce artık yaşamayan oğlunun güzel yüzünü sevmiş onu kimselere vermek istememiş. Toprağa vermek istememiş. Resimlerinden bildiğim beyaz bir yüz, o dönemin modasına uygun kaytan bıyıklar, simsiyah kaşlar, kapkara gözler.
Bu satırların yazarı şu anda ağlıyor, klavyenin harfleri bir siliniyor bir beliriyor, gözyaşların bu kadar yakıcı olduğuna ilk kez tanık oluyor.

Ve biliyor ki Emine Teyzesi’nin ruhu şu dakikalarda 40 yıldır hasretini çektiği oğlunun yanında, ona bir daha bırakmamacasına sımsıkı sarılmış ve bedeni de onun yanına uzatılmaktadır.

Anneme “başın sağolsun anne dediğimde söylediği ilk şey “üstümüzde çok hakkı vardı” dedi, “üzülmez miyim” dedi, “ablamdı” dedi “ağlamaz mıyım” dedi ağlayarak.

Ve ben bir kez daha yaşamadan ölen, hayatını genç yaşta dünya güzeli Mihriban ablama, Ayfer ablama ve Attilla ağbime adayarak tek başına güzel çocuklar yetiştiren teyzeme ağlıyorum.

Belki de sıra artık anneme doğru geliyordur ve belki ondan ağlıyorumdur…

Kim bilir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...