KÂR MAKSİMİZASYONU SÜRDÜREBİLİRLİĞİN NERESİNDE?
Linked-in’de veya herhangi bir sosyal mecrada hepimiz şirketlerin
propogandası altında kalıyoruz. Linked-in sadece, işgücü arzı ve işgücü
talebi sunmanın dışında eminim ki asıl bu işleviyle sisteme hizmet ediyor. Sadece bu mecrada mı propoganda altında kalıyoruz?
Elbette değil! Ürün ambalajlarının üzerinde, şirket içi eğitimlerde, sözde
"sürdürülebilir bir dünya" hedefi içinde kurulan hatıra ormancıkları
ve "daha az karbon ayak izi" propogandasında, dönüştürülebilir
malzeme kullanımı gibi propoganda kokan "bilgilendirmelerde" hep bunlar var. Bunların hepsi doğaya ve insana karşı kapitalizmin şirketler aracılığıyla yürüttüğü daha çok kâr amaçlı talanın örtüsü işlevi görüyor
Herhangi bir şirketin, hangi faaliyetine bakarsak bakalım dünyamızı bir foseptik çukuruna dönüştürdükleri gerçeğinin üzerine örtme faaliyetleriyle karşı karşıya kalırız. Örneğin ambalajlarda kullanılan "dönüştürülebilir" malzemeyi yeniden üretecek tesisler bırakalım ülkemizde, "gelişmiş" ülkelerde bile yok ve dönüştürüldüğü iddia edilen ambalaj ise yüzde bir bile değil. Mesela ülkemiz İngiltere'nin çöp merkezi, Gana gibi ülkeler ise ABD ve diğer "gelişmiş" Batı ülkelerinin çöp toplama merkezi işlevi görüyor.
Kâr Maksimizasyonu mu, İhtiyaçların Karşılanması mı?
Eğer amacınız kâr maksimizasyonu ise, güzel Türkçemizdeki ifadeyle "daha çok kâr" için üretim yapmaksa, herhangi bir faaliyetin sürdürülebilir bir dünya hedefiyle paralel olması mümkün değildir. Sürdürülebilir bir dünya, yani sürdürülebilir bir üretim, eğer toplumların gerçek ihtiyaçlarına dönük olursa gerçekten sürdürülebilir olacaktır.
Benim de içinde bulunduğum kuşak sanırım gerçek ihtiyaçlara göre üretim yapan bir Türkiye'yi bilen son birkaç kuşaktan biridir. 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları'nın sopayla uygulandığı 12 Eylül 1980'e kadar bir ev içinde bulunan eşya kalemi birkaç yüzü geçmezdi. Mutfaklarımızda günlük kullanım için en fazla 12 kişilik sade ve her evdeki biribirine benzer sade bir yemek takımı, 15-20 çay bardağı ve kaşığı, bir düdüklü tencere, üç boy yemek tenceresi, şekerlik, kibrit, özenle yıkanan pırıl pırıl elbezleri, gazocağı -ki ben gazocağında pişen yemekleri 12 yaşına kadar yedim- daha sonra üçlü ocaklar, tüp, bir aileyi bir arada tutacak bir masa, radyo, herkesin yatacağı sayıda yatak, yorgan, birkaç çeşit giysi, delikleri daima onarılan birkaç çift çorap, sadece bir çift ayakkabı, bütçeye göre oda sayısı kadar kilim ya da halı, sadece bir çeşit çamaşır ya da bulaşık deterjanı... Liste inanın fazla uzamaz. Bugün örneğin bir Amerikalı ailenin evinde ortalama 300.000, evet yanlış okumadınız yazıyla da belirteyim, üçyüzbin adet malzeme olduğunu kaynaklar belirtiyor. Maalesef bir Türk ailesinin elinde o kadar çok olmasa da sadece salonumuzda çekmecediler de dahil birkaç yüz çeşit eşya vardır. Ben saymaya başladım ve sonra saymayı bıraktım.
Kapitalizmin Kutsal Hedefi : KÂR
Doğal kaynaklar talanı 1924 yılında aydınlatma amacıyla ampul üreticilerinin bir araya gelip o uğursuz toplantıyı yapmalarıyla bir üst noktaya çıktı. 3 Aralık 1924'te önde gelen uluslararası iş insanlarından oluşan bir grup, ezberleri bozacak bir toplantı için Cenevre'de toplandı. Toplantıya, Osram , Philips, Compagnie des Lampes ve General Electric gibi tüm büyük ampul üreticilerinin üst düzey temsilcileri katıldı. Böylece Phoebus adı verilen bir kartel kuruldu. Küresel bir erişime sahip olan ilk kartel olduğu bilinir. Bu kartelin aldığı kararlardan biri 2500 saat olan bir akkor lambanın ömrünü 1000 saate indirmekti ve alınan bu karar yasallaşarak 1925 yılında devreye girdi. Bu kasıtlı bir cinayettir ve daha çok tüketim için, sadece insanın sömürülmesi değil ama doğal kaynakların da kâr uğruna kötü niyetli bir talanıdır. Bir malın kullanım ömrünü uzatmak ya da kısaltmak bir mühendislik çalışmasıdır. Bu bilimdir; kullanım ömrünü kısaltmak bilimin kötü niyetli, uzatmak ise bilimin gerçek ihtiyaçlara göre kullanılmasını sağlayan iyi niyetli bir çabadır. Yani sınıfsaldır ve üretim araçları sahiplerinin daha fazla kâr için bilimi ne kadar kötü niyetli olarak kullandığını gösterir.
Ayrıca bu durumu sadece sınıfsal olarak tanımlamak günümüzde yeterli kalmayabilir çünkü bu iki seçenekten birini tercih etmek, sıradan insanın, bir böceğin, okyanusun derinliklerindeki bir alg’in, toprak altında yaşayan bir bakterinin ve doğanın çıkarlarına veya maalesef yüzdeyle bile ifade edilemeyecek küçük bir azınlığın çıkarına göre bir seçim yapmak demektir. İş sadece insan boyutunda ise bu bir sınıfsal tercihtir. Yani dünyada yaşayan ve üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan birkaç yüzbin elitin, burjuvanın çıkarları için mi üretim yapacağız, yoksa dünya nüfusunun %99.99 ‘u için mi? Öyle anlaşılıyor ki birinci seçeneğin devamına olur vermek, sadece insanı değil mavi küremizin tamamında yaşayan canlıların hayatına kast etmeyi seçmektir.
Ekonomi Kıt Kaynaklar Bilimidir ama ya Kapitalizm?
Ekonominin en geçerli tanımlarından biri onun “kıt malların” bilimi olduğu şeklindeki tanımdır. Ancak kapitalizm bu kaynaklara, “kıt kaynaklar” olmasına rağmen, sınırsız bir kaynak varmış gibi davranmaktadır.
Dünyamızda yaklaşık 8 Milyar insan yaşıyor; peki her yıl ne kadar giysi üretiliyor, bunu biliyor muyuz? Bazı kaynaklar bu rakamın 80 ile 100 milyar parça olduğunu belirtiyor. Her yıl nüfusunun 13 katına yakın giysi üretiliyor. Peki her yıl 12 parça giysi aldığımızda gardrobumuz kaç yılda dolar? Bu satırları okuyan herkes gardrobuna baktığında ne kadar süredir kaç tane giysiyi giymediğini fark edecektir. Sadece giysiler için değil, yiyecek alımından elektronik eşyaya, ev eşyasından mutfak eşyasına kadar aynı şey görülebilir. Akıllı telefonu olan bir kişi neden bir elektronik pad’e ihtiyaç duyar? “Normal bir insanın gerçek ihtiyaçları nelerdir?” sorusunu hep birlikte düşünmeye vaktimizin geldiğini ve geçmeye başladığını söyleyebiliriz.
Tüketimde minimalist bir bakış açısına sahip olmak, üretimde ise akılcı, gerekli ve uzun süreli kullanıma uygun ürünler üretmek, her bir ekonomik faaliyette odağı insan ve doğa olarak belirlemek, akıllı telefonun içerdiği satınalma uygulamaları nedeniyle ve ona gönderilen reklamlar aracılığıyla satın almayı özendirmek ve bu sistemi sürdürmek için en önemli araç olmasının önüne geçmek, dünyamızı korumanın birinci şartıdır. Ancak sürdürülebilir bir dünya için zorunlu olan bu yaklaşımların, üretim araçlarını elinde tutan sınıfın çıkarları nedeniyle kapitalizmde uygulayamayacağımızı bilmek gerekir.
Dünyamızı yok edecek anahtar kavram “ekonomik büyüme”
Ekonomik büyüme hedefi, bugün ülkelerin önüne konan bir kırmızı ama tatlı bir havuçtur. Biz bu havucu kemirdikçe, aslında kendi köklerimizi, üzerine bastığımız küreyi tükettiğimizi bilmeliyiz. Şu anda genel kabul gören kapitalist sistemin dayattığı kavramların ardındaki gerçeği görmezsek, kendi mezarımızı da kazmış oluruz.
Mesela şunlardan vazgeçilmelidir. Ürün yaşlandırma programları, yani ürün kullanım sürelerinin kısaltılması, Eyfel Kulesi’nde yüz yıldan fazladır yanan lambanın daha az enerji tüketen çeşitleri gibi ürünlerin tüketime sunulması, çamaşır makinası, elektrikli süpürge, televizyon, cep telefonu, bilgisayar gibi kullanım ürünlerinin tamir edilebilir ve uzun süreli kullanımına yönelik ürünlerin üretilmesi gerekir. Tarımda ise iyi tarım uygulamaları eşliğinde doğayı ve insanı koruyacak yöntemlerle üretim yapmak artık bir seçim değil ama zorunluluktur.
Üretimin kâr amacıyla değil ihtiyaçlara göre ve diğer canlıların da yaşam alanlarını kirletmeyecek ve daraltmayacak şekilde yapılması gerekir. Bununla birlikte sosyal medyada olanlarda dahil, bütün özendirici satın alma reklamlarının da durdurulması şarttır. Çünkü satın almayı özendiren bu reklamlara yanıt veren tüketici bilmeden doğanın talanına, kendinin "bir tıkla" satınalma işlemine dahil olması nedeniyle zımmen onay vermekte, kâr maksimizasyonuna "evet" demektedir. Doğanın talanına iki şey neden oluyor bunlardan ilki ekbette daha çok kâr güdüsü ikincisi ise bu kâr için satınalma özendirmesine kanan bizler. Bunun en büyük kanıtı evlerimizde sürekli büyüyen eşya yığınlarıdır.
Her şirketin bünyesinde yer alan tutundurma faaliyetlerinin durdurulması ve pazarlamanın asli işlevine geri dönerek, üretimden tüketime kadarki ürün yolculuğuna akıcı ve akılcı bir şekilde rehberlik etmelidir. Peki böylesi bir üretim kapitalist sistemde hayata geçirilebilir mi?
Aslında bazı ürünlerde bunlar yapılmaktadır ve gerçekten de bunlar moda tabiriyle katma değeri olmayan (burada aslında kâr kastediliyor) insan gereksinimine uygun ürünlerdir. Daha fazla domates, patlıcan, karpuz, şeftali, ıspanak yemeyi teşvik eden reklamlar yoktur çünkü, bu meyve ve sebzeler ve elbette et gibi tarımsal ürünlerin tüketilmesi için teşviklere gereksinim yoktur. Bunlar zaten tüketilmektedir. Bu ürünler markalaştırılamadığı için kapitalist şirketler bu ürünlerle fazla ilgilenmez. Aslında giysiler de böyledir ancak kapitalizm “moda” diye bir kavram ürettiği için özendirme başlar ve gömlekten iç çamaşıra varana değin kıyafetler markalaştırılır ve bir statü sağlama aracı haline getirilir. Örneğin saat, zamanı gösterir, bunun için 100 TL’ye de elektronik bir saat alabilirsiniz yüzbinlerce TL’ye de . Yüz TL’lik saati sıradan insan kullanır, yüzbinlerce liralık saati “üst” sınıfın üyeleri takar ve sınıflaşmanın toplum içindeki göstergesi haline gelirler. Oysa ikisi de saati göstermektedir. Zamanın tik-takları kendisini hangi saatin göstermesiyle ilgilenmez.
Kapitalist Sistem İnsanı ve Doğayı Neden Öncelikleyemez?
Çünkü kapitalist sistemi var eden şirketler daha çok üreterek ve bunun sonucu olarak daha çok kâr ederek hayatta kalabilir. Eğer herhangi bir şirket bu sistem içinde büyüyemezse küçülür ve hayatta kalamaz. Bir şirketin genel müdürü olduğunuzu düşünün, hissedarlar sizden her yıl daha fazla kâr getirmenizi ister; hedefiniz her yıl daha fazla, daha fazla kâr olduğu için siz de daha fazla üretip, daha fazla satarak ve çeşitli pazarlama yöntemleriyle daha çok tüketimi teşvik etmek, sürekli yeni modalar ve bu modaya uygun ürünler üreterek daha eskimemiş ve hâlâ kullanılabilecek giysilerinizi gardrobunuzun bir köşesinde çürümeye terk edersiniz. Ancak bu yöntem zaten kıt olan kaynakları tükettiği gibi üretilip kullanılmayan her şey birgün çöpe atılacağı için bir çevre felaketine dönüşür ve şirketlerin suçlarını örtmek için kullandığı karbon ayak izi takibini geçersiz kılar. Bir de cep telefonu gibi elektronik araçları düşünün. Bir telefonun kullanım süresi maksimum üç yılla sınırlıdır ve bu sürenin sonunda yavaşlamaya ve yeni uygulamalrı çalıştıramayacağı için çöp haline gelir. Peki ağır metal içeren bu elektronik eşyaların toplanmasını ve sağlıklı depolanmasını sağlayan dünyanın herhangi bir yerinde işleyen bir düzenleme var mı? Örneğin ofislerde çöp kutuları cam, organik ve plastik atıklar gibi çöp kutuları var, peki bunlar toplanırken bu şekilde mi toplanmaktadırlar?
Bugün bu gidişe dur demezsek yaşadığımız bu dünya, bu gidişi zaten zorunlu olarak durduracaktır. Çünkü bize sağlayacağı kaynakları sınırsız değildir. Yeni bir dünya kurulmalı ve bu dünya insanın gerçek ihtiyaçlarını planlayacak bir üretim modeline sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde sürdürülebilir bir yaşam kurabiliriz. Bu yaşam sadece bizim için değil ama dünyamızdaki tüm canlılara hizmet edecek ve kendini yeniden üretmesine olanak sağlayacaktır. Bu sistemin adı bana göre sosyalizmdir. Bu sistemde tüm kamu kuruluşları kamu ihtiyacına göre üretim yapar ve insanlığın ihtiyaçlarını sağlayacak büyük bir lojistik kurum haline dönüşebilir. Bunu sağladıktan sonra sistemin adının ayrıca bir önemi yok.
Bunun için mutluluğun yeni bir tanımına ihtiyacımız var ve inanın bu tanım biz insanlara hiç yabancı değil.
Pir Sultan Abdal böyle bir dünya özlemini “gülün gül ile tartıldığı bir dünya” olarak tanımlar, Ayrıca Barış Manço’nun Halil İbrahim Sofrası adlı şarkısındaki sözleriyle birlikte Pir Sultan Abdal’ın tarifi belki bize genlerimizde gizli kalmış özelliklerimizi hatırlatır.
“Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok”
Herkesin sofrasındaki tuzu için, denizlerdeki balıkların suyu için, dağlardaki aslanların payı için kapitalizmde ısrar etmek tam bir cinayettir.
Yorumlar
Yorum Gönder