"DESULFORUDİS AUDAXVİATOR"

Desulforudis audaxviator

“Kim bilir kaç milyon ton ağırlığında
ummanda çalkalanmakta su.
En yalnız dalganın üzerinde
boş bir konserve kutusu...”


Uzun yıllar önce okumuştum, muhtemelen Kemal Tahir’in Nazım Hikmet’ le ilgili anı kitabında yukarıdaki dörtlüğün hikayesini. Bursa Cezaevi’nde koğuşta gecedir, Nazım Hikmet yorganı kafasına çekmiş ve içinde kaybolmuştur, birden yatağında hızla doğrulur, kurşun kalemiyle ranzasının bitişiğndeki duvara yukarıdaki dörtlüğünü yazar ve hiçbir şey söylemeden yeniden yorganının içinde kaybolur.
Bu anıyı ilk okuduğumda içim sızladı, ne düşüneceğimi bilemedim,hani “tarifsiz kederlere düşmek” var ya belki birazcık da olsa açıklayabilir bendeki ilk etkisini. Daha akşamın ilk saatlerinde yorganının altında kendini dünyadan soyutlamış bir şair, sanki zor bir doğumun öncesinde gibi kıvranarak yazar bu dörtlüğü… “Bu nasıl bir yalnızlık duygusudur ?” dedim. Bu ne korkunç bir yalnızlıktır…
Milyon ton ağırlığındaki ummandaki en yalnız dalgayı hayal edeceksin ve üzerinde dolu bile olmayan bir teneke konserve kutusu konduracaksın ve muhtemelen bu kutu sen olacaksın…
“Tarifsiz bir yalnızlık” dedim önceleri, sonrasında ise “hayır bu açıklamaz dedim, bu olamaz Şair Baba’nın yaşadığı” ve belki on beş yıldır ben, o milyon ton ağırlığında suyu taşıyan ummanın en yalnız dalgasının üzerindeki boş konserve kutusuyla beraber çalkalanır dururum…
Her okuduğumda bu dörtlüğü “acaba” derim, bir başka yalnız dalga bir başka konserve kutusunu getirmiş midir Nazım Hikmet’in kutusunun yanına?
Cevabını bilirim ama söyleyemem…
Yaşadığımız bu “modern” çağda hepimiz yalnızız değil mi? Kalabalıklar içinde kendimizi bulma zorunluluğuyla başkalarını tanımaya çalışırken kendimizi tanımayı unuturuz. Aslında yaşama karşı yabancılaşmanın nedeni insanın kendine yabancılaşması değil midir?
Altı yaşındaki oğlum artık oyuncak dolabından taşan oyuncaklarından bir askerciği alıp dedi ki “ keşke oyuncaklarımın canı olsa !!!”…İşte Nazım Hikmet’in dizeleriyle beni yeniden buluşturan oğlumun bu sözleri oldu…Ne korkunç bir yalnızlıktır dedim, hem de daha altısında, gözlerim buğulandı. Biz büyük kentlerde yaşayanlar artık çocuklarımızı arkadaş bulabilmek için “oyun evlerine” gönderiyoruz. Artık o güzelim mahalle arkadaşlıkları yok. Kök salamıyorlar mahallelerine, çünkü mahalleyi kıymetlendiren sahip olduğunuz komşularınız ve arkadaşlıklarınızdır. Çocukluk arkadaşlığı kavramının kendisi var ama içi yok ve her bir apartman artık büyük bir köy nüfusunu barındırırken, bebelerimiz kurşun askerciklerine bakıp “bir de canı olsa” diyorlar. Oysa bir alt katta bir başka çocukta aynı askerciğe bakıp aynı şeyleri söylemektedir.
Kalabalıklar içinde yalnızlaşmak, cansız objelere can vermeye çalışmak, yalnızlığı hiiç tanımadığı insanlarla “chat” leşerek gidermeye çalışmak işte o boş konserve kutusuna çevirmiyor mu hepimizi?
Sadece kendi ekosisteminde yalnız yaşamak sadece Desulforudis audaxviator için geçerlidir. Tanrılaşan bir bakteridir Desulforudis audaxviator .”Yalnızlık Allah’a mahsustur” özdeyişine karşı meydan okur.Yaşamak için besin zincirine dahil olmadan -ki buna oksijen ve güneş de dahildir- yaşayabilme becerisi “tanrılaşmak” değildir de nedir?
Ancak mitleştirdiğinizde buruk bir tat alabilirsiniz ondan. Altmış santigrat derecede oksijensiz ve güneşsiz yer kabuğunun 3000 metre derinliklerinde -hatta içinde yaşadığınız “su” birikintisine milyonlarca yıldır bir damla bile taze su eklenmeden- yaşayacaksınız… Ne kadar "asil" değil mi? Onu herşeyden izole ettiğinizde, mitleştirdiğinizde olağanüstü etkileyicidir.Tanrılaşmanın ve yalnızlaşmanın izdüşümüdür Desulforudis audaxviator… Yalnızlaşmanın sıradanlaştığı dünyamızda “o” korkunç bir yalnızlığı yaşamaktadır milyonlarca yıldır.Evet “yalnızdır” dedik, saf yalnızlık,” saflaştırılmış” bir yalnızlık da diyebilirsiniz onun sahip olduğu yaşam şekline ama işte bu asil bakterinin dışında kalan yeryüzündeki “sıradan” bir bakteri, tarihin uzun adımlarında evrimleşerek yeryüzündeki canlı çeşitliliği yaratırken, işte siz bir "Desulforudis audaxviator" olarak kalacaksınız. Yaşamın dışında ve ötesinde kendi yalnızlığınızdasınızdır. Zaman zaman da ya işte bir boş konserve kutusu olacaksınız, ya da kurşun askerciğinize bakıp ona ruh katmaya çalışan bir çocuk kalbi...
Bakteri olarak kendi yaşamınızda “asil ve saf” ve kendi kuşağını kendi bağlayan bir kaç mikronluk bir kahraman ama gerçek hayatta işte insana ve doğaya yabancılaşan evcilliğin pençesinde korkunç bir yalnızlığa itilen bir sapienssinizdir….

Beni yazılarıyla heyecanlandıran ve ondan haber almanın beni mutlu ettiğini bildiğim bir yol arkadaşım, yazdığım bir yazıdan hareketle “Bu yazıda Desulforudis audaxviator tadı var” dedi. Gurur duydum, göğsüm kabardı… Anladım neyi kastettiğini çabucak.

Desulforudis audaxviator tadında hayata bakmak ama bir kollektif yaşamın parçası olmak değil midir yeryuvarlağını mutluluğa taşıyacak…

Kim bilir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...