Büyük Aile-8-

Bölüm-3


Kolağası Zekeriya Efendi güçlükle kendine gelebildi.
Askerler yardım ettiler ona; dizlerinin üzerinden, kollarına girerek doğrultabildiler onu. Bahçedeki tahta sandalyelerde oturdular bir süre, askerler sessizce birbirlerine baktılar uzun uzun.
Ama hiçbiri Zekeriya Efendiye bakamadılar, göz göze gelme cesaretine sahip değildiler.
Allı Turna’ya baktılar askerler, Allı Turna da onlara!
İnce, narin, uzun bacakları üzerinde bekliyordu bu Anadolu’nun üzerine en çok türkü yakılmış kuşu. Allı Turna’ydı “O”. Bizim “ele” gidecek olan, “haber” götürecek olan, “selam” götürecek olan kuştu “O”. Ama bu kez ne haber götürebilmiş ne de selam iletebilmişti.
Sadece ince, uzun bacakları üzerinde kızıl kanatları ve gözyaşlarından ıslanmış al göğsüyle bekliyordu bahçe duvarının üzerinde.
Askerler de bekliyorlardı ve bir süre daha beklemeye devam edeceklerdi.
Zekeriya Efendi hiçbir şey söylemedi çocuklara, sadece iyi olup olmadıklarını sordu onların.

“Su ister misiniz çocuklar?” dedi ve sonra dedi ki askerlere “kimseye söylemeyin emi çocuklar!” Sıkı sıkı tembih etti onlara ve ekledi “annesi çok hastadır da bilmesini istemem şimdi.”
Gitti askerler, gitti Turna Kuşu. Kaldı Zekeriya Efendi tek başına ve ağladı uzun uzun…
Ağladı bu çocuğun ardından, yaşayamadığı hayatı için ağladı onun, doğamayacak çocukları için ağladı Şerafettin’in.
Kendi soyunun bir erkek evlattan devam edemeyeceği için de ağladı. Daha sonra utandı kendi kendine bu en son ağladığı neden için.
“Ne demek erkek evlattan soyunun devamı, ne demek” dedi kendi kendine… Sonra Fatma kızının Mehmet’ini düşündü, Seher ve Hatice’yi ardından… Ne farkı vardı onların Şerafettin’den, ne farkı?
Bu, Zekeriya Efendi’nin kendi evinde son ağlamasıydı ve bir daha gelini ölene değin hiç ağlamayacaktı bu evde.
Kızı Nazife, Ayşe yengesini çok severdi. Birlikte bir yaşam paylaşmışlardı. Bir yandan yengesinin bakımıyla uğraşıyor, bir taraftan onun yanında ağlayamadığından gözyaşlarını içine akıtıyordu.
En acı gözyaşı içe akıtılan gözyaşıdır ve asla terk etmez bedeni. Hem Zekeriya Efendi, hem Nazife Hanım hem de Fatma Hanım hayatları boyunca bu “acı” gözyaşlarını taşıyacaklardı içlerinde kendi ölümlerine değin.
İncitecekti, kanatacaktı, acıtacaktı bu gözyaşları onların ruhlarını ve bedenlerini.
Sadece onların mı? Onlardan doğacak tüm çocuklar ve torunlar bu acı gözyaşlarından nasibini alacaklardı yaşamları boyunca. Çünkü büyük hala Fatma Hanım tüm çocuklarına en ince ayrıntısına kadar anlatacaktı bu acılı aile dramını.
Çocuklar“Bir Şerafettin dayımız varmış” diyeceklerdi, “gençliğini yaşayamamış…”


Küçük Hala Nazife Hanım için dayanılacak gibi değildi bu durum, dayanılacak gibi değildi.
Yengesine Şerafettin’den gelen hayali mektuplar okuyor, “onun ne kadar iyi” olduğundan bahsediyor, “annesinin ellerinden öptüğünden” bahsediyor ve “kendisinin merak edilecek bir durumunun olmadığından”.
Öldü Ayşe Hanım, 1915 yılının Aralık ayına varmadan. Son derece ağır bir havanın olduğu bir Osmaniye sabahında göçüp gitti bu dünyadan. Aklında oğlunun aydınlık pırıl pırıl yüzünün hayali, yüreğinde keder ve yaşanmamış bir hayatın eksikliğini alıp giderek.
Karaçay’ın yanı başındaki mezarlığa gömüldüğünde o derece şiddetli, o derece yoğundu ki yağmur, gözyaşları yağmura boğuldu törene katılanların ve Karaçay’a aktı. Gelininin hastalığı boyunca Zekeriya Efendi dimdik durmayı becerebilmişti.

Tüm aile üyeleri rollerini iyi oynamışlardı.
Her gün Zekeriya Efendi, yavaş adımlarla Karaçay’ın oluşturduğu göletin başına gider ve sessizce ağlardı.
Sessizce ağlardı, yaşlı çınarlar gibi ağlardı, Karaçay gibi ağlardı Zekeriya Efendi.
Yıkadı ağlamaktan şişmiş gözlerini, yıkadı gözyaşlarını Karaçay’ın soğuk sularında.
Konuştu Karaçay ile tam üç yıl, dinledi onu Karaçay sessizce akarak. Hem kendi acısı için aktı Karaçay hem de Çukurovalıların acıları için.
“Ne zor bir işmiş meğer” dedi “Karaçay olmak” Karaçay…
Gizledi Zekeriya Efendi torununun şehit oluşunu gelininden tam üç ay.
Karaçay da ağladı binlerce yıldır yaptığı gibi, umutsuz iki tepenin genç bir çocuğu olarak.
Ağladı Zekeriya Efendi, geleceğe umutla bakan ama yaşama şansı elinden alınmış bir delikanlının dedesi olarak.
Karaçay’ın sularına ilkin Hamo ve Hamide’nin gözyaşları karıştı. Bu acılar ilkin kavuşamayan iki aşığın gözyaşlarıydı ve daha sonra Hamide’nin gözyaşları olmuştu...Hamo’nun ardından yakılan ağıtın gözyaşlarıydılar bunlar.
Karaçay’ı Karaçay yapan ilk gözyaşlarıydılar bunlar.
Ve Zekeriya Efendinin gözyaşları katıldı onlara. Karaçay, Karaçay olalı böylesine bir acının gözyaşlarını tatmamıştı hiç!
Unutmadı Karaçay bunu, unutmadı Zekeriya Efendi Karaçay’ın bu sessiz ve kendini içtenlikle anlayan bu garip suyunu.
Ve vasiyet etti; “Ölürsem beni Karaçay’ın yanına, Şerafettin'im için gözyaşı döktüğüm bu yere gömün.”
Herkes anasının yanına gömülmek ister, Zekeriya Efendi ise Karaçay’ın yanına...

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...