TEĞMEN ŞERAFETTİN







"Kolağası Zekeriya Efendi" (....../ 1918)
Ahmet Oğlu Şerafettin 48. Alay Başçavuş- Adana Doğum 1894- Şehitlik 1.8.1915
Teğmen Şerafettin
Adana’daki evimizde çocukluğum boyunca dinleyerek büyüdüğüm acı bile aile öykümüz vardı.Bu hikaye aslında buruk bir övünçle de anlatılırdı. Kaybedilene karşılık kurtarılanın daha da önemli olduğunu anlatan bir öyküydür bu…
Bu öyküde kaybedilen evladımızdı ama kurtarılan vatan…
Çanakkale Savaşı Hikayeleri’nin en trajik olanlarından Kınalı Ali’nin hikayesine göre biz Türklerde üç şeye kına yakılır; gelinlik kıza, kurbanlık koyuna ve vatana kurban olsun diye askere...
Bir insanın yurdunu kazanmak için ölmeyi göze alması ne hazin bir seçim.
Yurdu için için evlatlarını kurban vermeyi vakur bir acıyla kabul etmek de öyle değil midir?
Bababın büyük dayısı Şerafettin’e vatana kurban olsun diye nenem kına yaktı mı bilmiyorum ama Çanakkale’ de bir hücum anında başını siperden çıkardığı anda bir kurşunla şehit olduğunu biliyoruz.
Babaannemin Osmanlı İmparatorluğu döneminde Osmanlı Ordusu’nda Kolağası olan babası Zekeriya Efendi torununun şehit olduğunu gelinine bir türlü söyleyemez. O tarihlerde Adana’nın ilçesi olan Osmaniye’de gelininin anlamaması için evinde ağlayamadığından , adı Karaçay olan subaşında hergün ağladıktan sonra evine gelirmiş. Ölmeden önce verdiği vasiyetinde işte bu “subaşına” gömülmek istediğini belirtir. Ben büyükannemim babası Zekeriya Efendi’nin bu haberi gelinine verip vermediğini hiç öğrenemedim ama kendi ismini babama verdikten 15 dakika kadar sonra öldüğünü ve vasiyetine uygun olarak işte o “subaşına” gömüldüğünü biliyorum.
Şu anda torunu Şerafettin Efendi’nin nasıl mezarının yeri belli değilse, onun da mezarının yeri belli değil. Ama torununun manevi huzurunda, yaşamının en büyük acısıyla başbaşa kaldığı yerde gömülmek istemesinin nedeni, sanırım öldükten sonra da bu manevi huzurdan uzaklaşmak istememesiydi.
İşte ben de çocukluğumda babamdan öykülerimi dinlediğim büyük dayım Şeraftettin’i ve silah arkadaşlarını daha iyi anlayabilmek, onların hala unutulmadıklarını gösterebilmek ve yaşadıklarını bir ölçüde de olsa hissedebilmek için her yıl olduğundan daha farklı bir iş yaptım; 17 Mart gecesi Gelibolu’ya gittim ve gece saat 22’ye değin tek başıma şehitlikleri gezdim. Gelibolu’yu bilenler bu şehitliklerin gece nasıl bir yer olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirler. Gece kuşlardan başka canlı yok, onlar da hareketsizler…Göreceğiniz mezar taşları,İngiliz-Anzak askerlerine ait mezarlardan ve Türk Şehitlikleri’nden gece gökyüzüne doğru uzayan beyaz serviler gibidir. Ölüden ve mezarlıklardan çok korkarım ama gece karanlığına rağmen Gelibolu’da hiç korkmadım. Sadece Sedülbahir’de Halil İbrahim Çavuş’un mezarı başında ürktüğümü anımsıyorum. Geceyi de saat 01.00’ e değin, arabamı Seddülbahir’e park ederek içinde Nazım Hikmet’in Kuvay-i Milliye Destanı’nı dinleyerek geçirdim ve uyudum.
Seddülbahir Gelibolu Yarımadası’nın Ege Denizi’ne kama giren en uç kesimidir.Dikkatlice bakınız; sanki Anadolu’yu işgal etmek isteyenlere karşı tehtidkar bir duruşu vardır. Anadolu’yu Avrupa cephesinden koruyan bir kama gibidir. Bana göre bu savaş kimi “omurgasız tarihçilerin” dediği gibi “Centilmenlerin Savaşı” değildi. Sadece yurdunu savunmak için tarihin o anında orada olan ve bu nedenle çocuklarını ölüme göndermekten çekinmeyen Türk ulusuyla, bu ülkeyi sömürge haline getirmek isteyen gözü dönmüş sömürgeciler arasındaki bir savaştı bu.
Biz Türkler bu savaşta Genel Kurmay Başkanlığı kayıtlarına göre 253.000 genci zaiyat verdik ve bu rakamın 63.000 ‘i ise şehit olmuş.
Gözlerimle gördüm 15 yaşındaki gönüllü çocukların mezar taşlarını.. Centilmenlik bu savaşın neresindedir? Gerçekten bu savaşta bir centilmen aranacaksa , bir daha böylesi acıların ve savaşların yaşanmaması için Gelibolu Yarımadası’nı Tarihi Milli Park ilan edip düşman askerlerine resmi mezarlıklar tahsis eden ve onları bağrına basan Türklerden başkası olamaz.
Mustafa Kemal’in “Askerlerini uzak diyarlardan harbe gönderen analar ! Göz yaşlarınızı dindiriniz.Evlatlarımız bizim bağrımızdadır ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır” sözleri zaten herşeyi açıklıyor mu? Mustafa Kemal’in yukarıdaki anlatımı kadar iç burkan ve zerafet içeren bu yaklaşımı başka hangi ulusun liderinde bulabilirsiniz.“Centilmenler Savaşı” yakıştırması, bu savaşın “çaresiz ve masum milletlerin” sömürgecilere karşı ilk zaferi olması gerçeğinin üzerini örtmeye çalışmak için üretilen bir uydurmadır.
Çanakkale Savaşı, biz Türklerin millet bilincini kazandığını tescil eden ve Kurtuluş Savaşı'na büyük bir özgüvenle katılmamızı sağlayan ilk acı tecrübesidir.Hatta "Kurtuluş Savaşı'nın Önsözü" olarak da nitelenmektedir.
Biz şu anda bu topraklarda yaşayanlar, 1880-1905 yılları arasında doğan ve kendini savaşın içinde bulup savaşarak tüm gençliğini geçiren ,şehit olan , yaralanan, sakat kalan o nesile her şeyimizi borçluyuz. Bu uğurda hayatının baharında yaşamını kaybeden kahramanlar, bugün bize güvenlik içinde yaşadığımız bir ülke ve ulus bilinci bıraktılar. Çocuklarımız ana dilinde eğitim alıp, Türkçe’nin tadını özgürce alıyorlar.
Tüm bu isimsiz şehitleri veya adı bu nedenle Mehmet konmuş bu delikanlıları yüreğimizde hissederek, yeniden saygı ve derin minnet duygularıyla anmalıyız. Zaten bu nedenle altı yıl önce oğlumuz doğduğunda hiç tereddütsüz onun adını Mehmet koyduk.
Bu gezimde, Anzak Koyu’nda denizin içinden , pırıl pırıl parlayan bir ak çakıl taşı aldım. Kuşkusuz o taş oluştuğundan beri o koydaydı ve bu korkuç savaşa tanıklık etmişti... Şimdi de evimizin salonundaki akvaryumun içinde benim ve ailemin yaşadıklarına tanıklık ediyor.
Şirketteki çalışma odamda ise bakıldığında bir biblo gibi görünen Gelibolu’dan getirdiğim patlamış bir havan mermisinin pirinç başlığı var.
Bu çakıltaşı ve prinç başlık benim sahip olduğum en kıymetli hazinemdir.
Seddülbahir Kıyısı’nda, 18 Mart sabahı denizin içindeki bir kaya parçasının üzerinde saygı duruşunda bulundum.
Benim canım büyük dayım, denizin içinde saygı duruşunda bulunan bu “tuhaf adama” gömütünden başını kaldırıp baktığında, umarım onun kim olduğunu anlamış ve mutlu olmuştur unutulmadığını görerek.


Kim bilir?

Yorumlar

  1. Sürekli yorum yapmamın bir görmemişlik :) olarak algılanmayacağımdan emin olduğum için yine söylüyorum; İyi ki balık hafızalarımızı kendine getirecek bir iş yapıyorsun! Yüreğine, kalemine sağlık.. Aile hikayelerini unutmasaydı bu toplum, bu hallere düşmezdik belki de..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...