Aydınlık Söyleşileri

Eski Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Müdürü, Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral’la Başbakan Davutoğlu’nun geçen hafta açıkladığı ‘yapısal dönüşüm’ programını ve kapımızda bekleyen krizi konuştuk
bartufed- Davutoğlu açıkladığı bu programla 12 Eylül darbesiyle başlayan bir programın da iflasını kabul ediyor. Bu program özelleştirmelerle başlayan, gümrüklerimizi ortadan kaldıran, tarımda desteği sınırlayan ve nihayetinde serbest ticaret anlaşmasıyla doruğa çıkan bir programdı. Şimdi ise üretime vurgu yapıyor, ithalatı kısacağını ilan ediyor... Başbakan’ın açıkladığı yapısal reform programı nedir? AKP bu programı uygulayabilir mi, mevcut dokusu buna uygun mu?
12 Eylül darbesi ile dayatılan ekonomik model Türkiye’yi yoksulluğa, her türlü iş kazasına ve dış dünyaya mahkûm eden bir model. Kamunun üretimden çekildiği, denetleme bile yapmadığı bir model bu. Bu modelde teknolojiye dayalı üretim yok ama beden gücüne dayalı orta çağ tipi üretim var. Şimdi üretiminiz beden gücüne dayanınca ne olur? Rekabet etmek için kısabileceğiniz tek üretim maliyeti iş gücünüz olur. Maliyetleri düşürmek için ne yaparsınız? Sigortasız, eğitimsiz, bilinçsiz işçi çalıştırırsınız. Düşük maaş veririsiniz. Rekabet artınca öğle yemeğini bile kesersiniz. İş güvenliğini almazsınız. Madenlere örneğin gerekli yatırımları yapmazsınız. İşçiler bile gelen tehlikeyi çıplak gözle görüp söyleyince onları işten kovmakla tehdit edersiniz; nasıl olsa dışarıda aç kalmamak için o işe girmeye razı binlerce çaresiz insanımız vardır. Aç kalmak istemeyen işçi o madene girer, ölüm pahasına.
AKP SİSTEMİN DOĞURDUĞU SONUÇTUR
Peki, kamu nerededir? Neden o madeni işletmez veya çok sıkı biçimde denetlemez. Çünkü bu modelde kamu işletmeciliği özelleştirilecektir. Denetleme bile yapmayacaktır, çünkü “piyasa” her şeyi rayına oturtacaktır. İşte Türkiye’ye dayatılan sistem budur. AKP bu sistemin doğurduğu bir sonuçtur, sebep değildir. Dolayısıyla bu programı uygulaması söz konusu bile değildir. Başbakan önce onlarca maden işçisini yerin altına nasıl gömdüklerinin hesabını versin. Üç kuruş için 20 kişilik minibüse 40 kişi binmek zorunda olan, başka çare bırakmadıkları için bile bile ölüme giden mevsimlik işçilerin hesabını versin. Onun patronu sıfırlayamadığı paraların hesabını versin. Recep Tayyip Erdoğan daha iktidar bile olmadan Beyaz Saray’da ağırlanmıştır. Neden ağırlanmıştır acaba? Türk milleti üstünden bu belayı atmak istiyorsa, tekrar Cumhuriyet aydınlığına, Cumhuriyet refahına kavuşmak istiyorsa Washington’a gitmeden iktidar olacak iradeyi ortaya koymak zorundadır.
AKP hükümeti bu aldatmacaları bıraksın önümüzdeki gerçekliğe çare bulsun. Türkiye tarihinin en kritik dönemindedir. Bütün uluslararası kuruluşlar, İMF, Dünya Bankası, Amerika Merkez Bankası Türkiye’yi yeni dönemin en riskli ülkesi gösteriyor.
- Yeni dönemle neyi kastettiğinizi tam olarak öğrenebilir miyiz?
Yeni döneme üçüncü dönem diyelim. Ben size önce ilk ikisini anlatayım. Birinci dönem: 2003-2007 dönemi. İkinci dönem: 2009-2013 dönemi.
Birinci dönem sınır ötesi sermaye hareketlerinin anormal yükseldiği bir dönem. 2000’li yılların başında yıllık 3 trilyon dolar olan sınır ötesi sermaye hareketleri, 2003 yılından itibaren anormal süratlendi. 2007 yılında 11,4 trilyon dolarla zirveye ulaştı. Düşünebiliyor musunuz nasıl bir para girişi? Diyeceksiniz ki bu paralar hangi ülkelere gitti? Cevap; kısaca gelişmekte olan ülkelere ve özellikle AB üyesi olmuş ama üretim ve rekabet güçlerine geliştirememiş, İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi AB üyesi ülkelere.
Mesela AB üyesi ülkeler hariç içinde Türkiye’nin de yer aldığı gelişmekte olan ülkelere toplam dış sermaye girişi 2002’de 180 milyar dolardı. Bu miktar her yıl süratle arttı ve 2007’de toplam giriş 1 trilyon 350 milyar dolara ulaştı. Nitekim bu büyük para girişine koşut olarak 2003-2008 arası gelişmekte olan ülkeler ortalama yüzde 7,37 büyüdü. AKP büyüme ile övünüyor ama bu para girişinde herkes büyürken biz o kadar çok büyüyemedik. Bu dönem Türkiye ortalamanın altında yüzde 5,88 büyüyebildi.
- Peki ikinci dönem de neler oldu, o hangi zaman aralığını kapsıyor?
İkinci dönemse gelişmiş ülkelerin yaşadığı krizden çıkabilmeleri için yaptıkları parasal genişleme dönemi. 2009-2013 arası ABD Merkez Bankası (FED) piyasaya 3,7 trilyon dolar sürdü. Türkiye ekonomisinin 2013 yılındaki büyüklüğünün 4.5 katından fazla. Avrupa Merkez Bankası ise zor durumdaki bankalara 1,3 trilyon dolarlık yardım yaptı. Ancak bu devasa parasal büyümeye rağmen Çin hariç gelişmekte olan ülkelere eskisi kadar para girişi olmadı. Bu nokta çok önemli. Tekrar ediyorum, beş trilyon doların üstündeki parasal genişlemeye rağmen sınır ötesi sermaye gelişmekte olan ülkelere eskisi kadar büyük bir iştahla girmedi.
Buna en sıcak örnek Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişmekte olan Avrupa ülkeleri. 2007’de toplam milli gelirlerinin yüzde 10’unundan fazla dış sermaye çeken gelişmekte olan Avrupa ülkeleri, 2009-2013 arası milli gelirin ortalama yüzde 5’i oranında dış sermaye girişi sağlayabildi. Nitekim büyüme de buna koşut olarak geriledi.
2009-2013 arası gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalaması yüzde 5,33.’e düşerken Türkiye yüzde 3,91’lik bir büyüme performansı yakalayabildi. Demek ki neymiş, Başbakan Davutoğlu; “dünya küçülürken biz büyüdük” derken yanlış söylüyormuş! Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan da “kriz bizi teğet geçti” derken aldatmaca yapıyormuş. Kriz zaten bizi değil ABD, AB ve Japonya’yı vurmuştu. Biz gelişmekte olan ülkeler sınıfındayız.
FED KARARIYLA PARASAL GENİŞLEME DÖNEMİ BİTTİ
- Peki yeniden sorumuza dönelim, “yeni dönemle” kastettiğiniz dönemin özellikleri nelerdir?
Şimdi yeni dönem şu; FED bu parasal genişlemeyi 2014 Ekim ayı sonunda bitirdi ve 2015’te faizleri arttıracak. İkinci dönemde yaşanan beş trilyon doların üstünde parasal genişlemeye rağmen biz ilk dönemki kadar dış sermaye girişi sağlayamadık. İlk dönemki kadar büyüyemedik. Şimdi ise hem parasal genişleme bitiyor, hem faizler artıyor. Bunun üstüne bir de son 10 yılda çok fazla risk biriktirdik. İşte ana sorun burada yatıyor.
Şimdi bütün uluslararası camia FED’in faiz artırım zamanlamasını konuşuyor. Genel konsensüs 2015 ortası. Benim gördüğüm ise 2015 ilk çeyreğinde ilk artırım gelir. Zamanlamayı neden böyle gördüğümü de başka zaman anlatırım. Önemli olan er veya geç 2015 yılı içinde faiz artışı gelecek.
- Yani bize eskisi kadar para gelmeyecek mi? Bu yeni döneme Türk ekonomisi ne kadar hazırlıklı?
Biriktirdiğimiz riskleri anlatacağım ama Türkiye’yi bekleyen ekonomik krizin nasıl ve nereden geleceğini anlamak için Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi şiddetli kriz geçiren AB üyesi ülkeler neden krize girdiğine değineceğim.
YUNANİSTAN BÜTÇESİ KRİZ ÖNCESİ FAZLA VERİYORDU
AB’de önce Gümrük Birliği, ardından geçilen ortak para birimi Avro Almanya’nın lehine çalışan bir sistem yarattı. Üretim ekonomisine dayanan, yüksek teknolojiye sahip Almanya, bir de eski para birimi marktan daha az değerli avroya geçişle birlikte Avrupa’nın üretim üssü haline geldi. 2001-2008 yılları arasındaki cari açık verileri durumu ortaya çok net koyuyor. Bu yıllar arası Yunanistan ve Portekiz her yıl milli gelirlerinin ortalama yüzde 9’u kadar cari açık verdi. İspanya’da bu oran yüzde 6,2, İrlanda’da yüzde 2,3 ve İtalya’da ise yüzde 0,9 oldu. Buna karşılık Almanya bu dönemde ortalama yüzde 3,5 cari fazla verdi. İşte bu cari açıklar demin söylediğim sınır ötesi sermaye hareketleri ile finanse edildi. Avrupa’nın büyük bankaları bu ülkeleri finanse etti.
Bire bir Türkiye örneği. “Cari açık verelim, finanse edildiği müddetçe sorun yoktur”. Güzel de, nereye kadar? AB üyesi olmalarına rağmen artan riskler sonucu sistem durdu. Bu ülkelere para girişi durdu. Ve balon patladı. Dış finansman üretim ve teknoloji için kullanılmayınca, rekabet gücü arttırılmayınca yakaladığınız sanal büyüme ve zenginlik sürdürülebilir olmuyor. Bu arada hemen şunu ekleyelim. Bugün krizde olan AB ülkelerinin bütçeleri kriz öncesi fazla veriyordu. Yani bütçe performansları gayet iyiydi. Bizim de iyi, onunla övünüyoruz ya, hatırlatayım dedim.
REZERVLER DIŞ FİNANSMANI KARŞILAMIYOR
- Yeni dönemde bizim risklerimiz nedir?
Önce cari açık. 2009-2013 arası birikimli cari açığımız milli gelirin yüzde 31’ine ulaştı. Gelişmekte olan ülkeler içinde sonuncu sıradayız. Büyük bir dengesizlik biriktirdik. Bizim arkamızdan yüzde 23 ile Güney Afrika geliyor. Polonya, Romanya, Hindistan ise birikimli olarak milli gelirlerinin yüzde 20’si oranında cari açığa sahipler.
AKP rezervler ile övünüyor ama rezervlerimiz yıllık dış finansman ihtiyacımızı karşılamaktan çok uzak. Bu alanda Arjantin sonuncu, oran 0,30. Ardından biz geliyoruz oran 0,50. Yani ihtiyacımız olan dış finansmanın ancak yarısını karşılayabiliyoruz. Güney Afrika 0,83 Romanya ise 0,91’lik bir orana sahip. Bu veriler İMF’nin 2014 Nisan ayında yayınladığı, “Global Financial Stability Report” isimli raporunda yer alıyor. Tavsiye ederim, okusunlar.
- Başbakan doğrudan yabancı yatırımlarla övünüyor ama övündüğü bu nokta çok yetersiz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Dönüşüm programında Başbakan “doğrudan yabancı sermaye Türkiye’ye güveniyor da geliyor” diyor. Ama bakın gelen yabancı sermaye ile cari açığı milli gelire oranla kıyaslayınca Türkiye gelişmekte olan ülkeler içinde sonuncu sırada. 2014’te yüzde 5,7 oranında açık veriyor. Bizden sonra Güney Afrika var. Brezilya, Kolombiya, Meksika, Endonezya bizden çok daha fazla yabancı yatırımcı çekiyor. Yani yabancı sermaye gelişmekte olan ülkeler içinde en az bize güveniyor.
2003’den beri dış borcumuz sürekli arttı. 120 milyar dolardan 400 milyar dolara çıktık. Peki bu dış borcu ne yaptık? Yatırım mı yaptık? Maalesef çok kısıtlı yatırım yaptık. Bakın uluslararası ekonomi camiası dış borcun ihracata oranını değerlendiriyor. Bu alanda da Türkiye sonuncu sırada. Dış borcun toplam ihracata oranı 1,84. Sondan ikinci ise Brezilya 1,71. Diğer gelişmekte olan ülkelerde bu oran bire bir civarında. Bu yıllar içinde biriktirdiğimiz dengesizliği göstermesi açısından önemli bir veri.
TÜRKİYE’DE ÇANLAR ÇALIYOR
Şubat 2014’te Amerika Merkez Bankası tarafından hazırlanan “Monetary Policy Report, Board of Governors of the Federal Reserve System” isimli rapor gelişmekte olan ülkelerin risklerini analiz ediyor. FED yayınladığı raporda gelişmekte olan 15 ülke için bir kırılganlık endeksi hazırlamış.
Grafiğin yatay ekseninde görülen kırılganlık endeksinde toplam altı değişken var: 1) Cari açığın GSYH’ye oranı. 2) Brüt kamu borcunun GSYH’ye oranı. 3) 2011-2013 enflasyon ortalaması. 4) 2009-2013 özel sektöre verilen banka kredilerinin GSYH’ye göre değişimi, yani kısaca kredi genişlemesi. 5) Dış borcun yıllık ihracata oranı. 6) Toplam rezervlerin GSYH’ye oranı. Yatay zeminde görülen kırılganlık endeksinde en yüksek puanı alan ülke en kırılgan durumunda. Endeksin dikey bölümünde ise FED Başkanının parasal genişlemenin biteceğini açıkladığı tarih olan 22 Mayıs 2013’ten itibaren gelişmekte olan ülkeler para birimlerinin gösterdiği tepkiyi ölçüyor. FED’in bu çalışmasına göre 15 ülke içinde en kırılgan olanı Türkiye. Şekilden görüldüğü üzere endeks değeri en yüksek, yani en kırılgan ülkeler, aynı zamanda FED Başkanının açıklamasının ardından dolar karşısında para birimleri en çok değer yitiren ülkeler.
Kırılganlık endeksinde en yüksek puanı alan Türkiye aynı zamanda para birimi dolar karşısında Nisan ayından bu yana en yüksek değer kaybına uğrayan ülke durumunda. Onun ardından Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika geliyor.
Bu endeksin gösterdiği kırılganlığın pratikteki yansıması şöyle okunabilir: uluslararası sermayenin gelmekten vazgeçeceği veya portföy yatırımlarındaki ağırlığını ilk düşüreceği ülkeler, en kırılgan yani en riskli ülkeler. Para biriminin verdiği reaksiyon ise uluslararası sermayenin en küçük bir sinyalde para akışını yavaşlattığını gösteriyor. Para girişi yavaşlayınca kurlar artıyor. İşte bizi 2015’te bekleyen durum bu.
Kubilay Kızıldenizli
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/57383-bartu-soral-kapimizdaki-krizi-degerlendirdi-fede-gore-en-riskli-ulke-turkiye.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...