MEZARLIK AĞAÇLARI

Üzüntüler yaşarız.
Geçer hepsi.
Aslında geçen sadece ilk anın şiddetli acısıdır, üzüntünün aslı ise kalır.
Aynı, bir nehrin taşıdığı millerin denizlerin ağzında birikmesi gibi..

Yaşamın kendisi durmaksızın akan ve  sayısız kaynaklarla beslenen bir nehir değil midir zaten?
İşte bu kaynaklardan bazıları "mutluluk mili" taşırken, çoğunluğu ise "üzüntü mili" taşırlar.


Sadece hangisinin, sizi hangi anınınızda ziyaret edeceğini bilemezsiniz.

Ama bildiğiniz bir şey varsa,  kesinlikle bir gün "üzüntü ya da sevinç" tarafından ziyaret edileceğinizdir.
Rastgele bir ziyaretçiniz olacaktır.
Aslında yaşamlarımız "rastgel"e değildir, beğenilerimiz, mutluluklarımız hep önceden belirlenmiş ve zihnimizde şekillendirilmiştir.


Üzüntü, sevinç, acı, keder, mutluluk ...
Bir sarmalı oluşturan elemanlar gibidirler; iç-içe, birbirinden kopamayan.
Tutkalı insan yapısı olamayacak kadar sağlam ve  sevinçleri  ise o kadar uzaktır insana.

Birey, kendi mutluluğunu kendisiyle sınırladığı anda mutluluğunu da kaybeder  ve sarmalın önünde sonunda hep "kederleriyle" başbaşa kalır.

Mutluluk isteği burada "bireyselleştiği"  için "mülkiyete" dönüşmüştür  ve her mülkiyetin başına gelen şeyden "bireysel sevinçler" de payını alır.


Mülkiyet alınıp satılabilen bir şey olduğuna göre, bireysel "mutluluklar" da alınıp satılabilen "şeydir".
Üstelik çocukken, 25 Kuruş karşılığında aldığımız "elma şekeri" sevincinden de oldukça  farklıdır.
Çünkü "bireyselleşen" mutluluk için verdiğiniz bir ömürdür  ve geriye sarma olasılığınız yeniden doğma şansımız kadardır.
Yaşamınızın sonucunda elinizde kalan "mutluluğunuz" deniz tuzuyla zehirlenmiş "mile" dönüşmüştür.
Araba, ev, elbise, arsa, takı, toka,çatal, bıçak, altın, gümüş...
Ne varsa sizi mutlu eden aslında sadece "satın alınmış" "şeylerdir ve "şey" olarak kalmaya devam edecektir.

Birlikteliklerden, ortaklaşacılıktan, insanlığın mutluluğundan mutlu olmayı bilemeyen insan, şeylerle "mutlu" olur.


Üzüntüler yaşarız, geçer hepsi.
Geçer mi acaba?
Mutlu muyuzdur aslında?
Yaşama "şey" gözlükleriyle bakan insan, aslında gerçeği asla bilemeyecektir.

Ve "şeylerin" vadettikleriyle "mutlu" olan insan, gerçekte toprağa girmeden ölmüştür.
Mutluluğu , sevinçleri , üzüntüleri hep ama hep sanaldır.

Mezarlık ağaçları gibidir aslında "şeylerle" mutlu olan insan.
Hep tutsaktır iç güdülerine..!
Sadecece maddelere sahip olmaktır "mutluluğu" ve hep yerinde, hep sabit  ve  hiçbir yere gidememiştir.
Doğduğu en kötü yerde sabit kalır ve "yaşar".
 
Peki gerçek mutluluğu keşfeden insan için de aynı şey geçerli midir?
Kendi mutluluğunu "insanlığın" mutluluğuyla harmanlayan insan bu amacına ulaşamadan öldüğünde bile mutludur. Çünkü onun mutluluğu sanallaştırılamamıştır, gerçektir, doğaldır.


Gerçek mutluluğa ulaşma yolunda göçüp gitmiştir. Ama mutludur işte. Kendini koruyan siperinden karşı hücuma geçtiğinde öleceğini bilmesine rağmen çıkan askerler gibidir.

Mezarlıkları bekleyen ağaçlar, üzüntüm sizedir!
Ne yaşamın içindesiniz ne de mutlulukları yaratabilirsiniz. 
Sevdiklerini kaybedenleri izlersiniz  sadece ve köklerinizle ölüleri sararsınız.
Hem de yaşarken kendi ölünüzü!

Hey mezarlık ağaçları hey!
Tohumlarınızı mezarlıklarınızın dışına atar mısınız?
Hem de ölmeden önce lütfen!
Böylece sizden  sonra gelenleri gerçek yaşama armağan edebilirsiniz...




.

Yorumlar

  1. Karamsarlık geçici olsun üstadım. Yaşam, tüm acılarına rağmen güzel. mutlu olun, mutlu kalın..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...