Gölge…

Hep düşünmüşümdür “gölgeler mi sahiplerinin uzantılarıdır, yoksa sahipleri mi gölgelerinin?”

Şimdi diyeceksiniz ki “ amaaan sende, böyle bir soru olur mu hiç?”

Olur!

Çünkü , bir soru sorulduysa mutlaka bu soruya dayanak olan bir şeyler de vardır, değil mi?

Düşünüyorum uzun bir süredir gölgeleriyle sahiplerini..

Mecazi anlamda da, “benzeştirmenin de” sınırlarını bir hayli zorlayarak üstelik.

Ve bazen “mecaz ve suret”, “aslının” yerine geçer.

Ama asla “asıl, suretinin” yerine geçemez, zaten “suretin” gücü de işte buradadır!

Yeryüzünde gölgeler uzadığında, bunun nedeni, gölgenin kaynaklandığı nesnenin boyunun uzamasından değildir.

Ya da boyu kısaldığında gölgenin, yine neden, nesnenin kendisi değildir.

Nasıl ışığın nesne üzerine düşerkenki (yeryüzüne göre) açısı arttığında, nesnenin boyu kısalıyor veya aynı açı azaldığında boyu uzuyorsa, bunun nedeni “nesneyle” ilgili değildir.

Gölgelerin boyutlarındaki ve rengindeki değişim, nesnenin ışığın altında “başkalaştığından da” değildir

Işık ve gölge arasında kalan “nesne” özelliğini yitirir, adeta yok olur ve gölgenin ruhunda başkalaşır, kaybolur.

Işığın etkisi altında nesne sabitlenirken, farklılaşan sadece gölgedir.

Nesneyi görmeyen kişi, gölgesine bakarak tanımlamaya başlar ana nesneyi. Hiç ama hiç kimse, “nesneye” bakarak “gölgeyi” tanımlamaya çalışmaz.

Burada sorular her zaman şunlardır “ Bu gölge neyin gölgesidir veya “bu suret neyin suretidir?”

Nazım Hikmet bir şiirinde “bu asrın sureti kaldı bende” demiştir.

Bir yüz yılın sureti bir insana çıkar mı hiç? Ama çıkıyor işte!

Nazım Hikmet’ in şiirlerine bakarak görürüz 20. asrın suretini… Ama Nazım’ ın gözleri işte insan gözüdür ve etten kemikten bir adamdır…

Ama bu asrın sureti önce onun zihnine çıkmıştır, sonra da şiirlerine yansımıştır.

Ben gölge oldum ilk kez, gölge oldum; Kapkara bir gölge…

Sahibim kim bilmiyorum, “ışık hangi açıdan geliyor, boyum ne kadar, uzun muyum kısa mı ?” bilmiyorum.

Kapkara bir gölgeyim işte…

Kendi rengimi gördüğümden değil, çünkü göremem! “Kapkarayım” derken, “gölgeler kara olduğu içindir herhalde “ diyerek tahmin yürütüyorum.

Gölge olduğum için sahibimi birileri tahmin edebilir. Bir büyük sevginin sureti gibi davranıyor aklım, kafam…

Değişmeyen şey,-aynı nesnenin değişmediği gibi-, o kapkara gölgenin sol üst yanında durmadan vuruyor, atıyor.

Ve bir gölge olarak ben, dışarıdan görülebiliyorsam başkaları tarafından, kıpkırmızı meyvemle de görülüyor olmalıyım, değil mi ya?

Ve paha biçilmez bir “nesne” olarak ülkem, koskoca bir kalbi olan bir gölge yarattı.

Ve ülkem bir dalgalanma yaşadığında, bir çocuğu kaybolduğunda ıssız sokaklarda, bir kimsesiz kimsesizliğin içinde dehşete düştüğünde, maşa olmuş katillerin hain tuzağında bir Mehmet daha toprağa düştüğünde bu gölge”, aynı vakurla sol üst yanında bir kırmızı meyve taşıyacak, gerektiğinde ülkemin yerinden söküp alması için…

Ve “O” her ihtiyaç duyduğunda, ben bir gölge olarak, “kaybettiklerini yerine koymak için sessizce bekleyeceğim.

Sadece bekleyeceğim, sessizce ve sabırla…

Kıpkırmızı bir meyvesi olan apaydınlık bir gölge olarak ama…

Aydınlık bir gölge olur mu?

Elbette olur!

Elbette!

Yorumlar

  1. http://www.facebook.com/video/video.php?v=114608391953519
    kargaları görünce hep aklıma siz geliyorsunuz siz ve Şahan :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Hayatın Özeti ya da Yeşil Mavi Hayat

Çukurova'da Fransız!a İlk Kurşun

920'nin 16 Mart'ı...