Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Eğer Hizadan Çıkarsan!

Türk Ordusu hizadan çıktı! Bunu biz demiyoruz "Amerikalı generaller ve fikir kuruluşları diyor! Hizadan çıkmanın kısa tarihini aşağıda bulabilirsiniz... İlk hizadan eski Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay çıktı. Özal'ın Amerikan çıkarları için "Kuzey Irak'a gir!" emrini uygulamamak için istifa etti. Ardından Türk Ordusu, Sovyet ve komünizm tehdidine karşı kurulmuş ve ABD tarafından kontrgerillanın içinde örgütlendiği Özel Harp Dairesi' nin adını Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştirerek, Irak'ın Kuzey'inde ABD tarafından kurulması planlanan kukla Kürt Devleti' ne  ABD' ye ve PKK bölücü terörüne karşı yeniden örgütledi. Ve aynı operasyonla Amerika' nın faşist gladyosu Türk Ordusu içinden çıkarıldı. Türk Ordusu'nun ulus devleti koruma kararlılığı nedeniyle Amerikan tehdidine karşı pozisyon almasına ABD'nin yanıtı gecikmedi ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis' in uçağı 17 Aralık 1993'te ABD tarafından düş

Vatan Sevgisi Hobi midir- 2-

"Vatan Sevgisi ciddi bir iştir demiştik." Şimdi kendi hayatımıza bakalım. Türkiye parçalanmanın eşiğinde, şaka değil bu. Avrupa Birliği'nin dayattığı "İkiz Sözleşmeleri" -ki buna İkiz İhanet Yasası da deniyor- bunun yasal temelidir ve imzalandığından haberiniz bile yoktur. Bu yasa iç işlerinde bağımsız yerel yönetimlerin(eyalet) yolunu açar, ana dillerinde eğitim ve kültürel haklar adı altında ulusumuzu oluşturan farklı etnik kökenli yurttaşların aklı karıştırır ve Atlantik ötesi büyük güç, büyük Türkiye lokmasını parça parça küçültüp yiyebilmek amacıyla (aynı Yugoslavya ve Irak gibi) bu yasaların geçmesi için yapması gereken bütün siyasi basıkıları yapmış ve tüm uyarılara rağmen TBMM'den geçmiş ve eski cumhurbaşkanı tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiştir.Biz ne yapıyoruz ? Hiç ! Farkında mıyız ? HAYIR! Ama vatanımızı seviyoruz(!) Önceliklerimiz maaşlarımız, otomobillerimiz, banka kredilerimiz, çocuklarımız, giysilerimiz... Peki bunlar iyi güzel de keyf

Kahramanları İntihar Eden Bir Ulus ve Ordu Var mıdır?

Efendiler! (...) İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir.(...) Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir.(...) Kuvvet ordudur. (...) İngilizler,(...) kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler . (...) Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lâzımdır.(...) Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.(...)   Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulunur . (...) ordunun ruhu subaylardadır . “. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.(...) Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. (...)

Ekümenik Patrik Ne İster ?

Resim
Bartholomeos! Fener Rum Patriği diye biliriz. Ama değil! O Ekümenik Partrik! Yani tüm dünya Ortodokslarının lideri! Patrik'in böyle resmi bir sıfatı yok, Osmanlı döneminde Osmanlı Hükümeti'ne karşı Patrik bu sıfatla sorumluymuş ama genç Türkiye Cumhuriyeti bu ünvanını almış onun.Ancak  Batı öyleeee bir bastırıyor ki, Türkiye Hükümeti yasak olmasına ve üstelik sayın Patrik açık açık bu sıfatı tüm uluslararası toplantılarda kullanıyor olmasına rağmen, soruşturma bile açamıyor! Vatikan tüm dünyada Katolikler için neyi ifade ediyorsa, Fener Rum Patrikhanesi de Ortodokslar için onu ifade ediyor ve bir tek Rusya ciddiye almıyor Patrik Hazretlerini... Biliyor çünkü emperyalistler tarafından kullanıldığını. Bu arada sayın Patrik'e Yunanistan Dışışleri Bakanlığı uluslararası gezileri için "Ekümenik Patrik" armalı uçak tahsis ediyor... Türkiye'den ise "tısss" bile yok! ***      ***    **** Türkiye'ye karşı Fener Rum Patrikhanesi ve "ekümenik" sıf

İKİ EYLEM İKİ SONUÇ!

Resim
Her yerde olay... Molotof kokteylleri Yakalanan "canlı" bombalar! Dün Muş'ta gerçekleşen provakasyon, Kağıthane ve Dolapdere'de milletimizi birbirine düşürmeyi amaçlayan tertipler, Tahrip edilen dükkanlar, yakılan otobüsler, bankalar ama gerçekte tahrip edilen milletimizi bir arada tutan kardeşlik çimentomuz! Yukarıda anmaya çalıştığım ama zaten her gün ekranlarda naklen izlediğimiz ülkemizi yıkıma götüren manzaralardır. Nefesimizi tıkamaktadırlar. Türkiye'nin bu eylemlerle nefesi tıkanmaktadır... ***        ***        *** Kamu Çalışanları 25 Kasım'da bir günlük uyarı grevi yaptılar. Haydarpaşa Garı' nda görev yapan demiryolu işçilerinin grevi - ki işten atılan 16 arkadaşlarına sahip çıkmaktadırlar! Ankara'da grev yapan Tekel İşçileri - ki AKP'nin önündeki havuza şortla girip protesto eylemi yaptılar bugün. Ve Muş'tan gelen bir işçinin söylediklerinde etnik hiçbir şey yoktu ama sınıfsal taleplerini duyduk ekranlardan. İstanbul Belediyesi'

On dokuz!.

Türkiye' nin yoksulluk sorunu var, Türkiye' nin eğitim sorunu var, Türkiye' nin  sağlık sorunu var Türkiye' nin dini gericilik sorunu var, Türkiye' nin  feodalizm sorunu var, Türkiye' nin yoksul köylü sorunu var, Türkiye' nin vatandaşlarının gelecek korkusu var, Türkiye' nin güvenlik sorunu var, Türkiye Ordusu' nun gerçek düşmanını analiz etme sorunu var, Türkiye' nin işçi sınıfının örgütlenme sorunu var, Fabrikalarında iş güvenliği sorunu var, Tuzla gibi tersanelerinde her ay üç-beş sigortasız, sendikasız çalıştırılıp ölen ve iskelelerinden bir fare gibi düşüp ezilen işçilerinin güvenliği sorunu var, 19 Mayıs 1919'dan itibaren Türkiye'nin çözül(e)memiş sorunları var... Ve dün 19 acı daha eklendi gazların ve yıkıntıların arasından... 19 Madenci, Ö  l  d  ü ! Kömür karası yüzlerde çakmak çakmak çakan 19 çift göz,  s  ö  n  d  ü ! Katmerleşerek birikir ölülerimiz toprağın altında, bizi yüceltmek için üzerinde yeryüzünün. Evet, 19 Madenci ö

Türkiye Matematiği

Resim
120 TL. Dün Tokat Reşadiye'de şehit edilen askerlerimizden biri, Türk Silahlı Kuvvetleri' nden aldığı 120 TL'lik maaşının 100 TL'sini annesine gönderiyormuş. Demek ki bu çocuk annesi için Üç Lira Otuz Üç Kuruş ve kendisi için de altmış bir Kuruşluk bir kaynak yaratabilmiş her bir gün için. "Nasıl olsa ben burada üç öğün yemek yiyorum, anama yollayayım o da hiç olmazsa üç öğün ekmek de o yiyebilsin" diye düşünmüş yavrucak. "Ama genellikle aileler asker çocuklarına para gönderir" diyeceksiniz..... Evet, haklısınız. Bu bir Türkiye gerçeğidir. Sadece Doğu'sunda değil Batı'sında da yoksulluk kol gezer bu güzel ülkemizde. Türkiye'nin çocukları bir taraftan şehit olur korur ülkesini, diğer taraftan anasına bile askerdeyken bakar! Şehit olduktan sonra ise  "şehit aylığı" bağlanır anaya ama anasının ağzında zehir olur çiğnenilen her bir lokma  ... "Vatan sağolsun" derler hala, bu vatan ona insanca bir yaşam  vermese de bile!

Bir Bölü İki 'nin Cevabı Lütfen!

Resim
Yarım artı yarım , bir. Bir çarpı bir, bir . İki eksi bir, yine  bir . Peki bir bölü iki 'nin yanıtını bilen var mı? Diyeceksiniz ki "sıfır nokta beş" yani bir adet yarım! Eğer bu soru masum bir matematik sorusu olsaydı yanıtınız doğruydu. Ama değil! Bu soru aslında ABD tarafından, PPK marifetiyle 25 yıldır Türkiye'ye dayatılmaktadır. Matematik gibi, bilimlerin temeli olan bir bilim dalı adına üzgünüm ama, hiçbir kuvvet Türkiye'ye bu soruya  bir adet yarım  yanıtını verdirmeyi başaramayacak! Çünkü bu güzel ülkemizi asla böldürtmeyeceğiz. Çünkü hiç kimse kardeşleri birbirinden ayıramayacak! Bu tarihten sonra Türkiye'de tüm matematik denklemlerin yanıtı "BİR" dir! Soruyu tekrar edeyim.... Bir bölü iki kaç eder? BİR! Yedi şehit versek de BİR, 72 milyon şehit versek de BİR! Bu denklemin bu tarz çözümünü hala anlamayan var mı?

Batı "uygarlığı" ve İsviçre'de Cami Referandumu

Batı dedi ki Türkiye'ye, "azınlık haklarına saygı gösterin" Heybeliada Ruhban Okulu'nu açın. Akdamar Adası'ndaki Ermeni Kilisesi'ni faaliyete geçirin. Fener Rum Patrikhanesi'nin "ekümenik" sıfatını kabul edin. İşviçre dedi ki "Sözde Ermeni soykırımını tanımayanlar " bu ülkede yargılanırlanır. İşçi Partisi Genel Başkanı "peki o zaman, geliyorum ve açıklama yapacağım, sözde Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır" dedi. Gitti ve bu nedenle yargılandı "demokratik ülke" İsviçre'de... Bu arada "uygar Batı" dedi ki Kıbrıs'tan çık, soykırımı tanı, Heybeliada Ruhban Okulu'nu aç...Azınlık haklarını ver verebildiğin kadar... Vermezsen ve açmazsan AB'ye giremezsin! Sonra İsviçre "demokratik" bir yöntem olan referanduma giderek yeni cami yapılmasını yasakladı. "Ne zamandan beri azınlık hakları "referandumla" belirlenir oldu?" deseniz, "biz yaptık, oldu" d

Altı Harflik Sihirli Sözcük

Şu anda Fransız yazar Alain Bosqut’ le görüşmeler alt başlığıyla “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” isimli bir kitap okuyorum. Tamamı yüz seksen sekiz sayfa ve şu ana 173. sayfasındayım. Dün başladım, birazdan bitecek. Avrupalı yazarların çoğu gibi “sanat sanat için yapılır” anlayışının günümüz dünyasına evrilmiş bir hali olan, ” ben mesaj verme kaygısı içermem, insanlar kendi düşsel dünyalarını benimkilerle özdeşleştirirse, bu bana yeter” diyor Bosquet. Hatta zaman, zaman kibar "Avrupalı” diliyle sorularının içinde Yaşar Kemal’ i bazı fikirlere “angaje” olmakla eleştiriyor. Ben bu yazarı tanımam, maalesef herhangi bir kitabını da okumuş değilim. Ama Balkan kökenli ve Fransız edebiyatında iyi bir yere sahip, iyi bir söz ustası olduğunu biliyorum. Zaten yapmaya çalışacağım şey yazarlığını eleştirmek değil ve sadece bu konudaki görüşleri hakkındaki fikirlerimi söylemekle sınırlı. Yaşar Kemal ise Bosquet’ in tersine bundan gurur duyarak “sosyalist” fikirlere “angaje” olmuş bir yazar ola

Kuzey'de bir Güneyli

Resim
Venezüella, Bolivya, Küba, Çin, Güneylilerdir... Güney'in namuslu halklarının ülkeleridirler! Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Almanya, İngiltere... Güneylilerin kaynaklarını emerler! Kuzeylidirler! Türkiye! Kuzey'de bir Güneyli! Güney'in Kuzey'deki ön cephesi! . .

YENİ BÖLÜNMÜŞ HUPRİLBİF-K DEVLETİ veya The New Separated States of Huprilbif-K"

DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan "Etnik Sayım Yapılsın, bu müthiş sonuçlar sağlar!" dedi. Ve ekledi "Kim ne kadarsa çıksın ortaya!" Bu arada, Tunceli’nin adının `Dersim’, Diyarbakır’ın “Amed”, Şanlıurfa’nın “Rıha”, Batman’ın ise “Elih” olarak değişsin önerilerini de, diğer DTP milletvekilleri Şanlıurfaya gelerek yaptılar. Ben de İzmir'in Smyrna'ya, İstanbul'un Konstantinopolis'e, Ankara'nın Ankcyra, Engürü veya Engüriye'ye (artık hangisini beğenirseniz!), Adana'nın Adanus'a, Aydın'ın Tralles'e.... Suriye Kralı ikinci Antiokos tarafından kurulan ve karısının ismini verdiği Denizli' nin adının Laodikea'ya dönüştürülmesi ve bütün Türk ismini çağrıştıran diğer şehir isimlerinin de tarihsel köklerine kadar inilmesini ve bu adların konulmasını öneriyorum. Hurriler döneminde başkent olan Van'ın , o dönemdeki adı Tuşba'ya dönüştürülmesi ise ayrıca önemlidir.Ne de olsa Tuşba başkent adıydı, Cumhuriy

Karga Şahap Geldi!

Resim
Ve dedi ki! "İşiniz Zor!" "Hayrola, ne oldu ki?" dedim... Daha ne olsun ki, katillerin kahraman gibi karşılandığı, Kahraman annelerinin üzüldüğü, Mecliste ülkenizin bayrağını açanların gözaltına alındığı, Memurun amirini dinlettiği, Yargı kurumlarınızın yürütme yöneticileri tarafından "teknik takibe alındığı ve yargı bağımsızlığının kalmadığı" Başbakanınızın sanki "yabancı" bir ülkedeymiş gibi "ülkenin her yerinde milletvekilimiz var" diyerek övündüğü, Ülkenizin bir bölümünde "Belediyeler Birliği" kurularak, fiilen devlet içinde bölenlerin örgütlendiği, ........... Dedi işte, daha bir çok şey daha dedi... Arkadaşlıktan dostluktan da konuştuk elbet ve bu bizim ortak paydamız zaten... Ve dedim ki ben de yanıt olarak; Bak Şahap Karga dostum, Haklısın kardeşim benim, şu anda en az yüz yaşındasın ve bizim 1915-1923 yıllarını gayet iyi bilirsin. Ama istanbul'dan hiiiç çıkmadıyssan o başka! Ama en azından Boğaz'daki ve Mar

Niye Bu Aşağılık Kompleksi?

Resim
Avrupa Kentiymiş! Çok gezenler bilirler. Ülkemizde bazı belediyeler bir övünç kaynağıymışçasına şehir girişlerine "Avrupa Kentidir" levhaları dikiyorlar. Levhanın en tepesine ise bir Avrupa Birliği bayrağını eklemeyi de unutmuyorlar. "Kentimiz Bir Avrupa Kentidir" Yok yaaaa! Biz coğafya mı bilmiyoruz yoksa bu levhaları asanlar Anadolu kentlerinde yaşamaktan mı utanıyorlar? Ne oldu Türk olmaktan duyulan gururunuza beyler? Ne oldu Asya'nın o derin uygarlık birikimine sahip olması gereken şehircilik anlayışınıza? Kentimiz Bir Avrupa Kentiymiş! Halt etmişsiniz siz sayın belediye başkanları! Bu kentler sapına değin Anadolu'nun kentleridir ve biz de bu şehirlerde yaşamaktan gurur duymaktayız! Çıkarın atın o levhaları şehir giriş çıkışlarından! Atın kafanızdan Avrupalı olmayı çünkü bizler, Avrupalı olmaktan daha çok övüneceğimiz özellikleri olan bir ulusuz. Kentimiz Bir Avrupa Kentiymiş! Hadi oradan !

Hoş geldin Ali'm !

Resim
Ali, Ne kadar uzun süre oldu görüşmeyeli, anımsıyor musun? En son 1979 yılının bahar ayıydı değil mi? Mayıs gibiydi veya haziran yoksa eylül müydü? İnan anımsamıyorum. Bugün seninle en son sohbet ettiğimiz yere gittim. Okulumuza, Adana Erkek Lisesi'ne. Ali biliyor musun, tam 29 yıldır hiç gitmemiştim okulumuza. Sen gittin mi hiç bu sürede? Bugün halama gittim, üzerinde çalıştığım bir proje için onun anılarını toparladım. Dönüşte yürüdüm ve dedim ki, "okuluma uğrayacağım gün, bu gündür!" Gittim. İyi ki gittim. Kapıdan içer girerken anımsadım seni yeniden ve tam o sohbet ettiğimiz noktada durdum; Asla değişmemiş son görüşme noktamız Ali , hani sen de gördün ya bugün! Bak yan tarafa resmini de çekip koydum. Kapattım gözlerimi , anımsamaya çalıştım "ne üzerine konuşmuştuk" diye. Köpekler de etrafımızda dolaşıyordu, işaret ediyorlardı bizi birbirlerine! Demiştim sana "Ali'm dikkat et!" Gülerek "tamam" dedin! Sen de dedin ki bana üstelik,

Kısa Notlar

Geçmişten bir gün, bir fakültenin kantini... Bir delikanlı "siyah çelenk" için para toplamaktadır Ve bir genç kız muhtemelen bir aylık harçlığını verir. Siyah çelenk rektörlüğün kapısına bir kaç bin öğrenci eşliğinde bırakılır! *** *** *** Geçmişteki bugünden bir kaç gün sonra, bir genç kız yine aynı kantinde oturmakta olan bir delikanlının sehpasına ayaklarını koyar! "Ayakkabılarımı beğendin mi bakalım?" *** *** *** Bir delikanlı Orhan Kemal'in ünlü "Murtaza" romanından sinemaya aktarılan ve Müjdat Gezen'in başrol oynadığı "Bekçi" filmine bir genç kızla yalnız olarak sinemaya gidebilmek için arkadaşını atlatır. Delikanlı yanında aynı genç kız olduğu halde, otobüste başını cama dayayarak uyumak ister. "Başını omuzuma koyabilirsin" der genç kız. "Hayır!" der genç adam utandığından... *** *** *** İzmir Köşk Sineması, Mithatpaşa Caddesi.... Sinema çıkışında o yıllarda yol yapmak amacıyla kayalarla doldurulan denizi

Şehitler Ağacı

Resim
Ankara, Kızılcahamam... Kurumuş bir ulu Sedir Ağacı ve 6500 Mehmet'in künyesi. İpleri ABD'nin elinde olanlar tarafından şehit edilenlerin anıtı! İnsanın bu anıt ağacın karşısında oturup rüzgarda şıkırtılar içinde sallanan künyelerin sesini dinleyesi geliyor. Nereden, kimlerden haberler getirirsiniz çelik künyeler? Dün gece haberlerde izlerken, Sedir Ağacı'nın altı bin beş yüz Mehmet'in canıyla canlandığını sandım . Nazım Hikmet "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda" der. Ben de artık bir Sedir Ağacı'yım şimdi... Şehitler Ağacı! Şehitler Ağacı! Şehitler Ağacı! Meyve verme artık Şehitler Ağacı! Canııım Ağaç! Ağaç! Şehitler! !

Tik-Tak, Tik-Tak, Tik-Tak..!

Resim
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu mu olsun! Aşına aşına artık ne kadarı kaldıysa! Zamanın "Tik Tak" ları Cumhuriyet'e son darbeyi vurmak için işletiliyor! Tik-Tak, Tik-Tak, Tik-Tak... 12 Eylül, 12 Mart, 22 Temmuz.... Zorunlu din dersi eğitimi, Said-i Nursi, Fettullah Güven... Başbakanlık ve Çankaya'da Türban! Silahlı Kuvvetlere tezgah, cadı kazanı, Ergenekon safsatası. Tik-Tak, Tik-Tak, Tik-Tak... Cumhuriyet'in cenaze törenine doğru işliyor "Tik Tak" lar... Evlere kapanılmış ağlanıyor, Facebook'a asılıyor bayraklar...Cumhuriyet böyle mi savunuluyor? ABD kuklası vatan hainleri şölenlerle karşılanıyor! Gaziler ve Şehit Anaları madalyaları yerlere çarpıyor! Cumhuriyet'imizin yıkılışı böyle mi oluyor? Tik-Tak, Tik-Tak, Tik-Tak..! Hiç kimsenin Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayamıyorum. Çünkü kutlayabilmek için bunu "haketmemiz gerekiyor" diye düşünüyorum. Örgütlenmiş bir yıkıcılığa karşı, dileklerin bir işe yaramadığını öğrenmemiz gerekiyor artık

"Ela ve Aşk"

“Ela ve Aşk” Ela bir renk!Ama mavi de bir renk, sarı da, yeşil de...Ama “O” farklı bir renk.Mavi denince, önce deniz ve sonra gökyüzü gelir akla ve zihninizde uçsuz bucaksız ve sonsuzluk hissi uyandırır.Yeşil ise doğanın karasal güzelliğini yansıtır. Barış içinde birbiriyle yaşayan ormanlar vardır ve yaprakları onların... Ama peki ya “Ela” neyi çağrıştırır sizce ? Ela, insanı anlatır ve o harikulade gözünü onların.Ela ne yeşil ne ne de mavi gibi durur insanda. Ama her ikisinin de bulunduğu ışığa göre renk değiştirebilenlerinin yeri ayrıdır.Bu haliyle mavi ve yeşil insanlaşırlar. İnsana ait olurlar. Ama ela öyle midir?Ela zaten insana aittir. İnsanın sıcaklığını ve duygularını yansıtmaz Ela, aksine yaratır onları! Bir de kahverengi var; Anadolu rengi, Asya rengidir kahverengi. Kesinlikle bir Avrasya rengi değildir. Asya’nın rengidir ve öyle de kalacaktır.Ama Ela daha da farklıdır. Yeşil’e benzemez, maviye de benzemez ve fakat kahverengiye sıcaklık ve parlaklık eklenmiş gibidir Ela ile v

Gelenler Kimler?

Resim
"ABD VE BATI'NIN KUKLALARI " Kimler geldi dün Habur Sınır Kapısı'ndan ülkemize, valisi, savcısı 50-60 bin kişilik halk kitlesiyle karşılananlar kimlerdi? Dün Star TV Ana Haber'de, Uğur Dündar'ın deyişiyle " Kandil'e mantar toplamaya gidenler mi gelmişlerdi?" Dün 34 " masum vatandaş" özgürlüklerine kavuşmak amacıyla esir oldukları bir düşman ülke topraklarından kaçarak mı gelmişlerdi ülkelerine... Yoksa yıllardır düşmanlık güttükleri bir ülkenin toprağına mı geri dönmüşlerdi? Gelenler kimlerdi, karşılayanlar kim? Sözü uzatmaya gerek yok! Kaba bir "milliyetçi" tavrıyla da yazmıyorum bu yazıyı. Çünkü değilim. Ama bir sosyalist olarak, gördüğüm manzara karşısında damarlarımda akan kanımın donduğunu hissetmedim dersem yalan olur. Her televizyon istasyonu canlı yayın ekipleriyle oradaydılar ve tüm ülkeye "zafer" kazanmış asker havasıyla gelen hainlerin görüntülerini ve onlar için hazırlanmış karşılama şenliğini yayıyorla

Abi'yle Tanışma

Uzun süredir tanışmayı istiyordum. Hatta bir ara yazışmıştık dahi blog yorumlarımız aracılığıyla, "İzmir'de içelim!" diye. Sonunda oldu işte! Sanal dünyada başlayan tanışıklığın gerçek yaşama yansıyan bir "ilk" i Abi benim için. Bir kahve içimi (ben dondruma yedim:-) çoook sevdiğim İzmir Bostanlı'da, iskelede bir saat kadar söyleştik. Neşeli, içten ve konuşmayı şehvetle seven bir izlenim bıraktı bende. Bu yıl Temmuz ayında benim kuzenlerin blogla uğraşan tüm üyelerinin de katıldığı " Geleneksel 1.Bloggerlar" yemeğini kendi evinde düzenlemiş ama ben gidememiştim. Olağanüstü konukseverliğini de duydum elbet. Abi'yle ( http://ahbeguzelabimbe.blogspot.com ) güzel bir dostluğun başlangıcı olacaktır bu bir içimlik, bir kaşıklık dondurma süresi. Ve Ufuk Çizgisi'nin -hiç tanımadığı halde- ölümüyle ilgili içtenlikli üzüntüsü, karşısındaki insana "evet kalbi olan ve üzülmeyi bilen bir adamla dostluklar sağlam olur." dedirtiyor. Abi'

Hadi Bakalım Eyvallah !

Resim
"YORUMSUZ"

İnsan Neyle Yaşar?

Ne ile yaşar insan? Biliyor muyuz gerçekten ne ile yaşadığımızı... Bu konuyla ilgili uzun süredir yazmak istiyordum ve sonunda bu isteğimin yaşama geçmesini üç olay tetikledi. İkisini söyleyeceğim ama üçüncüsünü söyleyemem. 11.Uluslararası İstanbul Bienali'inin bu yılki sloganı, Bertolth Brecht'in ünlü "Üç Kuruşluk Operasın'daki "İnsan Neyle Yaşar " adlı şarkının adı olarak belirlenmiş.. İyi de yapmışlar. Üç Kuruşluk Opera, 20.Yüzyılın en önemli Marksist şairlerinden biri olan Brecht 'in ciddi bir kapitalizm eleştirisidir ve dünya çapında da ün kazanmıştır. İkincisi tetikleyici neden ise dün bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde, apartman blokları içinde 4. katta yaşayan 7-8 yaşlarındaki bir oğlan çocuğunun açık pencereden dışarıdaki insanları izlediğini izledim uzun uzun... Güzel bir apartmanın içinden, insanlarla dolu bir sokağı izliyordu. Düşündüm, " bu çocuk ne ile yaşar?" Muhtemelen elektronik cihazlarla dolu bir evde ve benim çocukluğumda ha

Mehmet Kızıldenizli

Resim
Yok artık yazmam lazım... Benim oğlum Mehmet artık yazılmayı hakediyor! Size üç diyalog yazacağım ve yorumsuz olacak. Yaz dönemi boyunca daha az playstation oynasın diye eşim Nesrin, Mehmet'e bazı kurallar koyar ve der ki "Mehmet her sabah uyandığında kahvaltı yapacaksın ve ardından da benim seçtiğim üç çizgi filmini seyrettikten sonra sana plarstation oynama izni vereceğim". Bu zorunlu anlaşma bir süre devam eder. Bir sabah henüz 6 yaşında olan Mehmet uyanır ve der ki ; "Anne sana bir şey söyleyebilir miyim? "Söyle Mehmet" "Ben bu gece rüyamda üç çizgi film seyrettim, kahvaltı yapar yapmaz artık playstation oynayabilir miyim?" Eeee çizgi film kotasını rüyasında tamamlamış adam.... *** Mehmet bu hafta okula başladı. Çok sevinçliyiz elbette. iki gün önce ne görelim alnında bir çizik ve kulağının içinde de kurumuş bir kan lekesi var. "Nesrin dedi ki "ne oldu Mehmet?" "Arkadaşlar kavga ediyorlardı, onları ayırırken oldu anne!&quo

Anamın Çeyiz Sandığı.....

Resim
Benim babam ilginç bir adamdı. Öyle çoook özelliğinden dolayı değil, pratik zekasından dolayı. İlginç bir hikaye anlatayım size... Babam marangozdu ve üstelik iyi de bir marangozdu. Hani denir ya "çivi ondan korkmaz ama saygı duyar hünerli ellere" ve babam tek bir çiviyi bile eğmeden çakardı çiviyi, çivinin girebildiği her türlü zemine. Babam ilk nişanlısı için bir çeyiz sandığı yapar. Hanımın adı da Ayşe'dir. Ve yanda gördüğünüz sandığı yapar; ceviz ağacındandır ve ceviz parçaları çiviyle değil, birbirine geçmeli şekilde köşelerden tutturulmuştur birbirine... Bu açıdan benzersizdir günümüz işçiliği açısından. Neyse adı Zekeriya olan babam nişanlısı Ayşe için sandığı yapar ve ortasına da Z.A harflerini işler... Gel zaman git zaman anlaşamazlar ve nişan bozulur, Ayşe Hanım da sandığı iade eder... Aradan zaman geçer, yirmi sekiz yaşındaki babam on beş yaşındaki annem Sabiha Hanımla evlenir ve tabi ki adettendir, çeyiz sandığı gönderilecek kız evine. Ve hoooop aynı sandık

İstanbul'da 30 Ağustos 2009'da Sabah Kahvaltısı

Resim
Arhavelili İsmail hem de takasıyla beraber, Kartallı Kazım, Ve İstanbullu Şoför Ahmet , 3 numrolu kamyoneti de dahil! Sonra Nurettin Eşfak, Ve İzmirli Ali Onbaşı, Ve daha onyedisinde gönüllü yazılan Konyalı Ali Özer, Sonra sonra, Adanalı Ahmet Oğlu Şerafettin, Nene Hatun da elbette , Ve Kahramanmaraşlı Sütçü İmam, Sonra Kambur Kerim; kamburu savaştan kalmadır. Sonra Allahuekber Dağları'nın şehitleri, Arkadaşlarının yerine nöbete kalkan Deli Erzurumlu, Ve Antepli Karayılan, Adanalı Çete Reisleri, Ve Halil İbrahim Çavuş, Ve Yörük Ali, Ve Çiğiltepe'yi vaktinde alamadığı için intihar eden Albay Reşat, Ve şarapneller ve 98956 tüfek ve onları tutan Mehmetler... Bugün sabah kahvaltımızda konuktunuz. Ve torununuz Mehmet'le kahvaltı yaptınız. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Bize bağımsızlığımız için ödenen bedeli anımsattınız! Canlarınız bizim içimizdedir, bizim oldunuz! Her 30 Ağustos'ta yine bekleriz... Yine bekleriz Yine... .....

Vedalaşma Zamanı

Allah'a Ismarladık Baba! 25 ağustos 1995'te sabah saatlerinde seni kaybettik ya baba, üzerinden tam 14 yıl geçmiş. Sana sorsam dersin ki şimdi "amaaaaan, ben öldükten sonra ne önemi var zamanın!" Haklısın. Zaman senin için o an durdu; ama bize de hak ver, "zamanın içinden hala geçip gitmekteyiz ve bir hayli de sürsün bu durum" demekteyiz. Dün düşündüm, sadece bir kaç kez gördüm seni rüyamda bu 14 yıl içinde ve hiç biri de gerçekçi değildi. Zaten nasıl gerçek gibi olabilirdi, değil mi ama? Sen kanlı canlı, bağırıp çağıran, çalışkan ve seven bir babaydın. Benim babamdın. 1985 yılında, ben senden habersiz öğrenci derneği başkanlığı yaparken "senin oğlun terörist olmuş" lafını duyduğunda 70 yaşına merdiven dayamışken, telaşla ve korkuyla taaa Adana'dan kalkıp İzmir'e yanıma gelmeni anımsıyorum. Hatta evdeki kitaplarımı görme diye "baba arkadaşlar evi bir toplasınlar sen ev sahibim Ali Amcayla bir sohbet et" dediğimde anla

Büyük Aile-9-

Doğum ve Ölüm Şerafettin’in şehit oluşunun ardından Nazife Hanım’ın topçu subayı nişanlısı da şehit olmuştu. Savaş sonuna değin susturulamayan Palamutçuk Bataryaları’nda görev yapan Mehmet Bey, İngiliz gemisinden atılan bir top mermisinin şarapnelinin isabet etmesi üzerine şehit olmuştu. Şansız bir ölümdü onunki. Ama ölümün şanlısı nerede görülmüştü? Nazife Hanım bunun ardından bir daha hiç evlenmedi. Zaten evlenmiş de sayılmazdı. Sadece bir hoca nikahı kıyılmıştı. Tanrı katında evliydiler ama ne bir an yan yana kalabildiler, ne ortak evleri oldu, ne de düğünleri. Nazife Hanım nişanlısıyla geçirdiği birkaç saatin anısına hürmeten bir daha hiç evlenmedi. “Ben şehit karısıyım” dedi, “şehit eşleri evlenmez!” Aldı Sabiha adlı bir kızı ve evlat edindi onu ve ne kendinin ne Şerafettin’in ne de eşi Mehmet Efendinin sahip olamadığı çocukları adına yetiştirdi Sabiha’yı hayatının sonuna kadar. Nazife Hanım, Sabiha’yı evladı bildi, Sabiha da Nazife Hanımı anası. Ablası Fatma Hanım, doğup büyüdüğü

Büyük Aile-8-

Bölüm-3 Kolağası Zekeriya Efendi güçlükle kendine gelebildi. Askerler yardım ettiler ona; dizlerinin üzerinden, kollarına girerek doğrultabildiler onu. Bahçedeki tahta sandalyelerde oturdular bir süre, askerler sessizce birbirlerine baktılar uzun uzun. Ama hiçbiri Zekeriya Efendiye bakamadılar, göz göze gelme cesaretine sahip değildiler. Allı Turna’ya baktılar askerler, Allı Turna da onlara! İnce, narin, uzun bacakları üzerinde bekliyordu bu Anadolu’nun üzerine en çok türkü yakılmış kuşu. Allı Turna’ydı “O”. Bizim “ele” gidecek olan, “haber” götürecek olan, “selam” götürecek olan kuştu “O”. Ama bu kez ne haber götürebilmiş ne de selam iletebilmişti. Sadece ince, uzun bacakları üzerinde kızıl kanatları ve gözyaşlarından ıslanmış al göğsüyle bekliyordu bahçe duvarının üzerinde. Askerler de bekliyorlardı ve bir süre daha beklemeye devam edeceklerdi. Zekeriya Efendi hiçbir şey söylemedi çocuklara, sadece iyi olup olmadıklarını sordu onların. “Su ister misiniz çocuklar?” dedi ve sonra dedi

Büyük Aile-7

BÖLÜM-2 KARAÇAY Hamide Mezarı Tepesi ve Hamo Tepesi birbirlerine bakarlar. Bu bakış öyle birkaç yıllık bir bakış değildir ha! Dünya kurulduğundan beri veya nereden bilsinler; son, yıkıcı ve aynı zamanda yaratıcı depremlerin ani hareketleri bitipte dünyanın yeryüzüne o enfes şeklini verdiği günden beri birbirine bakar onlar. Hamo Tepesi’nin adı en fazla bir-iki yüzyıllık bir addır ve Hamide Mezarı Tepesi ondan daha az değil. Neden Hamo Tepesi’nin adı Hamo veya neden Hamide Mezarı Tepesi’nin adı Hamide Mezarı’dır bilinmez ama sanılır ki, bu iki tepe arasında ve bu iki isim arasında bir ilişki var. Hamide, Hamo’sunu kaybettikten sonra, kendini bu tepeye vurup, aç, biçare ve umutsuz kalıpta öldüğünde bu tepeye mi gömülmüştür?Mümkün ve akla en yakın açıklamadır bu! Bu mezar Hamo’ya duyulan umutsuz bir aşkın “anıtı” olarak mı isimlenmiştir? Orası öyle! Ama Hamo’nun büyük bir olasılıkla gerçek adının Hamit olduğu ve yöre insanın sevimlileştirmek istediği kahramanlarına, saygı duyduğu yavrular

Büyük Aile-6

Teğmen Şerafettin Doğum 1894’tü ama ayı ve günü bilinmez bir çocuğun doğumudur onunki. Ama 1 Ağustos 1915’te Gelibolu’da, Kanlısırt’ta şehit düştü Şerafettin. Savaş da bitti onun için, hayat da!Kaygılar da bitti onun için, mutluluk da. Tabur İmamı onunla beraber 50’ye yakın Mehmetçiğin namazını kıldırdı arkasında Şerafettin’in arkadaşları olduğu halde. Ağlamadı hiçbiri, ağlayamazlardı çünkü! Ağlayamadı hiçbiri, savaşacaklardı, ağlamaya vakitleri yok! Mehmetlerle koyun koyunadır şimdi Şerafettin ve şehitlik plakası şehitlikte durur hala ve durmaya devam edecek bu Cumhuriyet yaşadığı sürece. “Ahmet Oğlu Şerafettin - Adana 48. Alay Başçavuş 1894 - 1 Ağustos 1915” 4 Ağustos 1915 tarihinde öğleden sonra Emekli Cebelibereket Jandarma Alay Komutanı Zekeriya Efendi, uykusunda yedi başlı ejderhayla dövüşürken ve kan ter içindeyken sokak kapısının vurulmasıyla uyandı. Güçlükle uyanabildi, kalkamadı ilkin yatağından ve evde ne gelini vardı ne de kızı Nazife…Kapıya doğru gitti yavaşça, kafasının

Büyük Aile-5

Şerafettin uzun bir süre Kız Kulesi’nin ışıklarını izledi gemi limandan ayrılırken. Bir tarafta Topkapı Sarayı, diğer yanda Beşiktaş kıyılarında Çırağan Sarayı, İstanbul Erkek Lisesi, tüm heybetiyle Selimiye Kışlası ve elbette Haydarpaşa Garı’nı izledi. İstanbul’un balıkçıları yorgun ve yaşlı elleriyle ağlarını sermeye başlamışlardı. “Rastgele” diyorlardı bir birlerine uzaktan, “rastgele!” Askerler el sallıyorlardı balıkçılara ve balıkçılarda askerlere. Her iki tarafında önünde bilinmez bir gelecek vardı, orası öyle! Bir tarafta yarın sabah ağlardan balık “çıkacak mının” bilinmezliği ve ağır ve emin adımlarla Marmara Denizi’ni yırtarak giden geminin askerlerinde ise “acaba bu yolculuktan sağ “çıkacak mıyızın” belirsizliği… Ne hazin bir karşılaştırma dedi Şerafettin içinden, “ne kadar hazin!” Daha sonra yavaş, yavaş gözden kaybolmaya başladı şehir. İstanbul başına geleceklerden haberli bir temkinlilikle ışıldıyordu. İstanbul’un caddelerinde yolcu taşıyan faytonların atları bile ayakları