Kayıtlar

Ağustos, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul'da 30 Ağustos 2009'da Sabah Kahvaltısı

Resim
Arhavelili İsmail hem de takasıyla beraber, Kartallı Kazım, Ve İstanbullu Şoför Ahmet , 3 numrolu kamyoneti de dahil! Sonra Nurettin Eşfak, Ve İzmirli Ali Onbaşı, Ve daha onyedisinde gönüllü yazılan Konyalı Ali Özer, Sonra sonra, Adanalı Ahmet Oğlu Şerafettin, Nene Hatun da elbette , Ve Kahramanmaraşlı Sütçü İmam, Sonra Kambur Kerim; kamburu savaştan kalmadır. Sonra Allahuekber Dağları'nın şehitleri, Arkadaşlarının yerine nöbete kalkan Deli Erzurumlu, Ve Antepli Karayılan, Adanalı Çete Reisleri, Ve Halil İbrahim Çavuş, Ve Yörük Ali, Ve Çiğiltepe'yi vaktinde alamadığı için intihar eden Albay Reşat, Ve şarapneller ve 98956 tüfek ve onları tutan Mehmetler... Bugün sabah kahvaltımızda konuktunuz. Ve torununuz Mehmet'le kahvaltı yaptınız. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Bize bağımsızlığımız için ödenen bedeli anımsattınız! Canlarınız bizim içimizdedir, bizim oldunuz! Her 30 Ağustos'ta yine bekleriz... Yine bekleriz Yine... .....

Vedalaşma Zamanı

Allah'a Ismarladık Baba! 25 ağustos 1995'te sabah saatlerinde seni kaybettik ya baba, üzerinden tam 14 yıl geçmiş. Sana sorsam dersin ki şimdi "amaaaaan, ben öldükten sonra ne önemi var zamanın!" Haklısın. Zaman senin için o an durdu; ama bize de hak ver, "zamanın içinden hala geçip gitmekteyiz ve bir hayli de sürsün bu durum" demekteyiz. Dün düşündüm, sadece bir kaç kez gördüm seni rüyamda bu 14 yıl içinde ve hiç biri de gerçekçi değildi. Zaten nasıl gerçek gibi olabilirdi, değil mi ama? Sen kanlı canlı, bağırıp çağıran, çalışkan ve seven bir babaydın. Benim babamdın. 1985 yılında, ben senden habersiz öğrenci derneği başkanlığı yaparken "senin oğlun terörist olmuş" lafını duyduğunda 70 yaşına merdiven dayamışken, telaşla ve korkuyla taaa Adana'dan kalkıp İzmir'e yanıma gelmeni anımsıyorum. Hatta evdeki kitaplarımı görme diye "baba arkadaşlar evi bir toplasınlar sen ev sahibim Ali Amcayla bir sohbet et" dediğimde anla

Büyük Aile-9-

Doğum ve Ölüm Şerafettin’in şehit oluşunun ardından Nazife Hanım’ın topçu subayı nişanlısı da şehit olmuştu. Savaş sonuna değin susturulamayan Palamutçuk Bataryaları’nda görev yapan Mehmet Bey, İngiliz gemisinden atılan bir top mermisinin şarapnelinin isabet etmesi üzerine şehit olmuştu. Şansız bir ölümdü onunki. Ama ölümün şanlısı nerede görülmüştü? Nazife Hanım bunun ardından bir daha hiç evlenmedi. Zaten evlenmiş de sayılmazdı. Sadece bir hoca nikahı kıyılmıştı. Tanrı katında evliydiler ama ne bir an yan yana kalabildiler, ne ortak evleri oldu, ne de düğünleri. Nazife Hanım nişanlısıyla geçirdiği birkaç saatin anısına hürmeten bir daha hiç evlenmedi. “Ben şehit karısıyım” dedi, “şehit eşleri evlenmez!” Aldı Sabiha adlı bir kızı ve evlat edindi onu ve ne kendinin ne Şerafettin’in ne de eşi Mehmet Efendinin sahip olamadığı çocukları adına yetiştirdi Sabiha’yı hayatının sonuna kadar. Nazife Hanım, Sabiha’yı evladı bildi, Sabiha da Nazife Hanımı anası. Ablası Fatma Hanım, doğup büyüdüğü

Büyük Aile-8-

Bölüm-3 Kolağası Zekeriya Efendi güçlükle kendine gelebildi. Askerler yardım ettiler ona; dizlerinin üzerinden, kollarına girerek doğrultabildiler onu. Bahçedeki tahta sandalyelerde oturdular bir süre, askerler sessizce birbirlerine baktılar uzun uzun. Ama hiçbiri Zekeriya Efendiye bakamadılar, göz göze gelme cesaretine sahip değildiler. Allı Turna’ya baktılar askerler, Allı Turna da onlara! İnce, narin, uzun bacakları üzerinde bekliyordu bu Anadolu’nun üzerine en çok türkü yakılmış kuşu. Allı Turna’ydı “O”. Bizim “ele” gidecek olan, “haber” götürecek olan, “selam” götürecek olan kuştu “O”. Ama bu kez ne haber götürebilmiş ne de selam iletebilmişti. Sadece ince, uzun bacakları üzerinde kızıl kanatları ve gözyaşlarından ıslanmış al göğsüyle bekliyordu bahçe duvarının üzerinde. Askerler de bekliyorlardı ve bir süre daha beklemeye devam edeceklerdi. Zekeriya Efendi hiçbir şey söylemedi çocuklara, sadece iyi olup olmadıklarını sordu onların. “Su ister misiniz çocuklar?” dedi ve sonra dedi

Büyük Aile-7

BÖLÜM-2 KARAÇAY Hamide Mezarı Tepesi ve Hamo Tepesi birbirlerine bakarlar. Bu bakış öyle birkaç yıllık bir bakış değildir ha! Dünya kurulduğundan beri veya nereden bilsinler; son, yıkıcı ve aynı zamanda yaratıcı depremlerin ani hareketleri bitipte dünyanın yeryüzüne o enfes şeklini verdiği günden beri birbirine bakar onlar. Hamo Tepesi’nin adı en fazla bir-iki yüzyıllık bir addır ve Hamide Mezarı Tepesi ondan daha az değil. Neden Hamo Tepesi’nin adı Hamo veya neden Hamide Mezarı Tepesi’nin adı Hamide Mezarı’dır bilinmez ama sanılır ki, bu iki tepe arasında ve bu iki isim arasında bir ilişki var. Hamide, Hamo’sunu kaybettikten sonra, kendini bu tepeye vurup, aç, biçare ve umutsuz kalıpta öldüğünde bu tepeye mi gömülmüştür?Mümkün ve akla en yakın açıklamadır bu! Bu mezar Hamo’ya duyulan umutsuz bir aşkın “anıtı” olarak mı isimlenmiştir? Orası öyle! Ama Hamo’nun büyük bir olasılıkla gerçek adının Hamit olduğu ve yöre insanın sevimlileştirmek istediği kahramanlarına, saygı duyduğu yavrular

Büyük Aile-6

Teğmen Şerafettin Doğum 1894’tü ama ayı ve günü bilinmez bir çocuğun doğumudur onunki. Ama 1 Ağustos 1915’te Gelibolu’da, Kanlısırt’ta şehit düştü Şerafettin. Savaş da bitti onun için, hayat da!Kaygılar da bitti onun için, mutluluk da. Tabur İmamı onunla beraber 50’ye yakın Mehmetçiğin namazını kıldırdı arkasında Şerafettin’in arkadaşları olduğu halde. Ağlamadı hiçbiri, ağlayamazlardı çünkü! Ağlayamadı hiçbiri, savaşacaklardı, ağlamaya vakitleri yok! Mehmetlerle koyun koyunadır şimdi Şerafettin ve şehitlik plakası şehitlikte durur hala ve durmaya devam edecek bu Cumhuriyet yaşadığı sürece. “Ahmet Oğlu Şerafettin - Adana 48. Alay Başçavuş 1894 - 1 Ağustos 1915” 4 Ağustos 1915 tarihinde öğleden sonra Emekli Cebelibereket Jandarma Alay Komutanı Zekeriya Efendi, uykusunda yedi başlı ejderhayla dövüşürken ve kan ter içindeyken sokak kapısının vurulmasıyla uyandı. Güçlükle uyanabildi, kalkamadı ilkin yatağından ve evde ne gelini vardı ne de kızı Nazife…Kapıya doğru gitti yavaşça, kafasının

Büyük Aile-5

Şerafettin uzun bir süre Kız Kulesi’nin ışıklarını izledi gemi limandan ayrılırken. Bir tarafta Topkapı Sarayı, diğer yanda Beşiktaş kıyılarında Çırağan Sarayı, İstanbul Erkek Lisesi, tüm heybetiyle Selimiye Kışlası ve elbette Haydarpaşa Garı’nı izledi. İstanbul’un balıkçıları yorgun ve yaşlı elleriyle ağlarını sermeye başlamışlardı. “Rastgele” diyorlardı bir birlerine uzaktan, “rastgele!” Askerler el sallıyorlardı balıkçılara ve balıkçılarda askerlere. Her iki tarafında önünde bilinmez bir gelecek vardı, orası öyle! Bir tarafta yarın sabah ağlardan balık “çıkacak mının” bilinmezliği ve ağır ve emin adımlarla Marmara Denizi’ni yırtarak giden geminin askerlerinde ise “acaba bu yolculuktan sağ “çıkacak mıyızın” belirsizliği… Ne hazin bir karşılaştırma dedi Şerafettin içinden, “ne kadar hazin!” Daha sonra yavaş, yavaş gözden kaybolmaya başladı şehir. İstanbul başına geleceklerden haberli bir temkinlilikle ışıldıyordu. İstanbul’un caddelerinde yolcu taşıyan faytonların atları bile ayakları

Büyük Aile-4

Teğmen Şerafettin Önce Fatma Halası’na gitti Şerafettin, elini öptü, başına koydu. Onun için veda etmek ve Çanakkale’ye gitmek askerlik mesleğinin doğal bir sonucuydu. Ama ailesinden ayrı kalmak çok zordu. Ne kadar özleyecekti onların karşılıksız sevgilerini, sofralarını, kendisine büyük bir şefkat ile bakan paşa dedesi Zekeriya Efendi’nin askerlikle ve savaş ile ilgili tavsiyelerini ve anasını… İlle de anasını ne kadar çok özleyecekti… Annesini düşündüğü zaman Şerafettin’in hep içi sızlardı. Genç yaşta dul kalan anası gelin gittiği evden geri dönmemiş ve kendini kocasının ailesine ve oğluna adamıştı. Bir tekçik, biricik oğluna… Güzel bir kadındı anası ve isteseydi yeniden evlenebilir ve kendisine bir yaşam kurabilirdi, üstelik bu hiç yanlışta olmazdı. Ama yapmadı. Doğru veya yanlış olacağı için değil, istemediği için. Oğlunun bir üvey baba, üvey evlat ilişkisi içinde büyümesini istemedi ve Şerafettin dedesini baba bildi ve anasını da ana olarak bilmeye devam etti. Ama Şerafettin acı d

Büyük Aile-3

Teğmen Şerafettin Menekşe Hanım için savaş demek, ölüm demekti, kaygı demekti, ağlamak demekti, yüreği yanmak demekti. Anasıyla az mı asker yolu gözlemişlerdi, az mı yürekleri yanmamıştı kardeşlerinin ardından… Bu iyi yürekli abla, bu iyi yürekli ana hep düşünürdü. “Ne kadar şanssız bir nesildiler” 1800 yılı içinde doğan erkek, kadın tüm Türkler, ne kadar şanssız ve kara bir yüzyıl içinde doğmuştular. Kadınlara yitirdiklerinin ardından derin acılar çekmek kalmış ve genç erkekler Osmanlı’nın hakim olduğu geniş coğrafyada, Arap Çöllerin’de, Afrika Kıtası’nda yitip gitmişlerdi. Kadınlar daha bıyıkları yeni terlemekte olan 17-18 yaşındaki delikanlıları, oğullarını, kardeşlerini savaşa yolcu ederken, ölümün itici yüzüyle karşılaşıp, yolcu ettiklerini sağ salim görene değin ölüm fikriyle iç içe yaşamaktaydılar. Her gün, her saat, kara bir haberi getirecek olan askerler beklenir veya köylerine ve yaşadıkları sokağa bir asker girdiği zaman “acaba hangi evi yakacak haber getirecek bu çocuklar”

BUYUK AILE

Bolum-1 Teğmen Şerafettin-2 İngiliz ve Fransızlardan oluşan birleşik bir deniz savaş gücü, o döneme değin dünyanın hiçbir yerinde böyle güçlü ve karşı konulamaz silahlarla bir savaşı başlatmamıştı. Anadolu’yu Avrupa cephesinden, Kuzeyden Güneye doğru bir kama gibi, saldırganlara karşı koruyacakmış gibi dimdik duran Gelibolu, bu tarihten bir yıllık bir süre içinde yüz bini aşkın gencin bedenine mezar olacaktı. Oldu da… Türkiye’nin her bir köyünden, hatta her bir ailesinden bir temsilcisinin savaştığı Çanakkale Savaşı, sadece bu yoksul ülkenin geleceği açısından değil, Rusya’nın ve Avustralya’nın geleceğinde de önemli bir rol oynayacaktı.Ama ne pahasına! Osmanlı İmparatorluğu, çocuklarını Asya, Avrupa ve Afrika ana karalarında dövüştüre dövüştüre tüketmiş ve topu topu 6-7 milyonluk kadınlı erkekli, çocuklu-çoluklu Anadolu’da yaşayan temel bir nüfusa dayanmaktaydı.Türkiye’nin genç nüfus kırılmış, yaşlılardan, kadınlardan ve çocuklardan oluşan yetim bir ulus haline gelmişti Türkler.Teğmen

UZUN BİR ÖYKÜ

Değerli Blogcular, Uzun bir süre veya tamamen sizlerden bazı önceliklerim nedeniyle ayrı kalacağım. Kendinize iyi bakın. Bu arada bir süredir üzerinde çalıştığım bana göre büyük bir projenin ilk bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu ilk bölümü 20 ayrı parça halinde sizlere sunacağım. Bu ilk parçayı aşağıda bulabilirsiniz. Hafızalarındaki anılarını benimle paylaşan değerli halalarım Ayda,Ayla,Şükran,Emel ve benim 4. ablam Işıl ve Nazmiye Hanıma, anneme ve ablalarım Menekşe ve Nevin'e içtenlikle teşekkür ederim.Elbette teşekkür edilecek birisi daha var.Beni yüreklendiren ve kanımdan olan biri... Başta babası olmak üzere, kız kardeşlerinden, abisinden, yeğenlerinden dedelerine değin tüm aile üyelerinden yaşamı boyunca büyük bir sevgi ve özlemle bahseden babama ayrıca teşekkür ederim. Bu postalamaların sonunda yine beraber oluruz veya olmayız. Kim bilir? Buyrun "BÜYÜK AİLE" adıyla aşağıda bulacağınız benim "güzel" ailemin 1915 yılından bu yana süren hikayesi...

BÜYÜK AİLE

Bölüm-1- TEĞMEN ŞERAFETTİN 4 Ağustos 1915 Saat 16 civarı, Osmaniye Adana…. Emekli Cebelibereket Vilayeti Kolağası Zekeriya Efendi sıkıntılar içinde uyumaya çalışıyordu. İkindi namazından sonra her zaman yaptığı gibi salondaki sedirin üzerine sağ yanına yatarak uzanır, iki kolunu dirseklerinden kırar, elleriyle diğer kolların pazularından kavrayarak uyurdu. Böylece yana yatarak uyumaya çalışırken bedenine destek olurdu. Aslında uzaktan bakıldığında çok estetik görünürdü uyurken Zekeriya Efendi bu haliyle. Yaz kış mutlaka üzerine bir şeyler örtecek ve özellikle ayaklarında koyun yününden örülme çoraplarıyla gezecekti. Torunlarının hayalinde uçlarından kıvırarak bir hayli uzattığı gür bıyıklarıyla daha da heybetli görünen bu adamın, bu heybetiyle ters orantılı görünen, uzun entarili geceliğiyle sabah tuvalete giderkenki sevimli hali olacaktı. Fatma Hanımdan olan torunları Mehmet, Seher ve Hatice’yi kucağına alır ve kız erkek ayrımı yapmaksızın, bir menekşenin yapraklarını parmaklarını

Herkesten Bir Şey Öğrendim

Resim
Lütfen lütfen lütfen okuyun. Bir Cumhuriyet beyefendisi ve entellektüelinin göz alıcı ama sade yaşam hikayesi. Aynı zamanda bir vatanseverin! Hadi bakalım Emre Hocamızdan bir şeyler öğrenmeye devam edelim. Hadi bakalım, hadi, hadi, hadi...!

"KURT KARTI"

Biliyorsunuz son günlerin gündemi "Kürt Açılımı" Aslında buna Türkiye'nin açılması da diyebilirsiniz. Yok yok! Türkiye'nin Yarılması galiba daha iyi olacak! Meselenin bir kaç demokratik hak tanınması olmadığını biliyor musunuz? Aklı başında her ortalama Türk yurttaşı biliyor ki, Amerika'nın Irak'tan çekilmesinden sonra oradaki Amerikan çıkarlarının korunması için büyük bir gücün kalması gerekiyor. Bu güç maalesef Türkiye olacak! Amerika adına artık oralarda kan dökeceğiz. Mehmetçiğin kanının değeri budur," Pazarlık Kanı!" Karşılığında da Türkiye'ye ödül olarak, PKK'nın sözde tasfiye edilmesi gelecek! Bu yüzyılın başında İngilizler tarafından oynanan "Kürt Kartı", son 25 yıldır Amerika tarafından yeniden keşfedildi. Ve bu keşfin sonunda Türküyle Kürdüyle 60.000'den fazla insanımızın kanı aktı. Kendi yuttaşlarımızla barışmak için, yabancı bir ülkeyle pazarlık yapan bir ülke haline geldik. Ne acı! Bizim yurttaşlarımızın kartı y

Sarhoş Masası

Resim
Sarhoş masası; Tehlikeli masadır! Akıl uyur Alkol uyumaz Dimdik durur!